Başkanlık Sistemi Tartışmalarının Işığı Altında Otoriterleşme Eğilimi Ve Hukuk Devleti Sorunu-2

23 Şubat 2015 19:08

                                                                                                                               Op.Dr.Levent Başyiğit

                                                                                                                     Türkocakları Isparta Şubesi Başkanı.

 

Başkanlık Sistemi Tartışmalarının Işığı Altında

Otoriterleşme Eğilimi Ve Hukuk Devleti Sorunu-2

 

Yakın geçmişte yaşadıklarımızı unutarak, olmamış sayarak günümüzde olanları anlamlandıramayız, geleceğimizi inşa edemeyiz. Arınç’ın deyişiyle nefret söyleminin yoğunlaştığı bir siyasi ortam kutuplaşmalara yol açar; taraflar arasındaki köprüler atılır. Toplumda aklıselimle mantıklı düşünmenin, politik diyalogun yerine öfke egemen olur. Bu tarz hikâyeleri 27 Mayıs’tan başlayarak bir çok defa yaşamış bir ülke olarak hukuk devletinin, demokrasinin, toplumsal huzur ve istikrarın değerini bilmek ve bunları özenle korumak, sahiplenmek mecburiyetindeyiz.

 

Cumhurbaşkanı 7 Haziran seçimlerinde yeni Anayasa ve başkanlık sisteminin oylanacağını söylerken, önümüzdeki seçim sürecinde ana gündemin ne olacağını da belirtmiş oldu.Cumhurbaşkanı başkanlık sistemini neden bu derece önemsiyor? Türkiye’nin bu tarz bir sistem değişimine ihtiyacı var mı? Siyasi iktidarın şu anda isteyip de yapamadığı ne var? Türkiye’de halen bu soruların cevaplarının her yönüyle doğru ve gerçekçi bir şekilde konuşulabildiği, tartışılabildiği bir ortam ne yazık ki mevcut değil.

 

Gazete ve TV kanallarının büyük çoğunluğu siyasi iktidarın güdümünde olduğundan, tarafsız, doğru ve objektif neşriyat yapmak yerine, aldıkları talimatın gereğini yerine getirmek için çırpınıyorlar. Neyin yazılıp konuşulacağı, hangi başlıkların atılacağı, hangi kurum ve kişilerin hedef alınıp itibarsızlaştırılacakları belirli bir merkezden yönlendirilince, halkın doğru bilgi edinme kanalları önemli ölçüde tıkanıyor. Dünyada benzeri pek fazla görülmeyen bir enformasyon kirliliği yaşanıyor; neyin doğru neyin yalan olduğu anlaşılmaz hale geliyor.

 

Başkanlık sistemini savunanlar, sürekli ABD’ni örnek gösteriyorlar. Ancak bu ülkenin kendine özgü tarihi, siyasi ve kültürel şartlarının bulunduğunu, bunlara uygun bir sistemin oluşturulduğunu ve bunun 1787’den bu yana aksamadan işlediğini, buna karşılık aynı sisteme özenen Güney Amerika ülkelerinde rejimin diktatörlüklere dönüştüğünü görmezlikten geliyorlar.

 

Amerikan Başkanlık sisteminin en önemli özelliği yasama, yürütme ve yargının birbirlerini güçlü bir şekilde denetlediği“denge-fren” esasının benimsenmiş olmasıdır. Bu yüzden ABD Başkanı “seçilmiş kral” değildir. Çünkü bu devleti kuranların ortak korkusu baskıcı merkezi bir yönetimin kurulması, güçlü ve otoriter bir liderin egemen olmasıydı. Çünkü bu insanlar mutlakiyetçi yönetenlerin olduğu monarşilerden kaçarak geldikleri yeni ülkelerinde özgürce yaşamak, siyasi, dinî ve ekonomik baskılarla karşılaşmak istemiyorlardı. Ayrıca farklı eyaletlerde yaşarlarken, İngiltere’nin egemenliğine başkaldırmışlardı. Geleceklerini güvence altına alacakları ortak bir devlet şemsiyesine ihtiyaçları vardı. Ama bunu oluştururken mevcut eyaletlerin idari, siyasi ve ekonomik varlıklarını sürdürebilecekleri federatif  bir düzen kurdular; ortak devletin adına “Amerika Birleşik Devletleri” dediler. Bugün her eyaletin kendi kanunları, parlamentosu, polis gücü vardır; valilerini kendileri seçerler.

 

Türkiye’de başkanlık sistemine geçilirken, Osmanlı sistemini yanlış yorumlayarak, etnikçi – bölücü hareketi frenleyeceği mülahazasıyla Amerika’da var denilerek eyaletler oluşturulmaya kalkışılırsa bu Türkiye Cumhuriyeti’nin dağılmasıyla sonuçlanır. Bundan kazançlı çıkan ancak ve sadece etnikçi Kürtçülük hareketi olur.

 

Amerika Birleşik Devletleri’nin merkezi yönetiminde yasama organı yani kongre ve senato vardır. Bunlar hem birbirlerini hem de başkanı kontrol ederler, yetkilerinin kullanımını dengelerler. Başkan, kongrenin onayı olmadan tek kuruş harcayamaz. Atamalar da yasama organının onayıyla yapılabilir. En önemlisi yasama organının seçimlerinde listeleri başkan yapmaz. Delegelerin desteğini alan herhangi bir kişi seçilebilir, kongre üyesi yahut senatör olur. Dolayısıyla başkana diyet borcu olmaz. Bu nedenle Amerika Birleşik Devletleri’nde başkanın gücü kısıtlıdır; güçlü olan sistemdir. Tamamıyla bu ülkenin kendine özgü şartlarından kaynaklanan bir sistemi alıp Türkiye’de uygulamak mümkün müdür? Cumhurbaşkanın istediği yetkilerinin kısıtlandığı bu tarz bir model olabilir mi? Sayın Cumhurbaşkanı şu sıralarda sadece slogan halinde başkanlık sistemi talebini dillendiriyor; ama esaslarına, ilkelerine, ayrıntılarına girmiyor. Zaten Başbakan da bunların 7 Haziran’dan sonra konuşulacağını ifade etmişti.

 

Buna karşılık bir süre önce İktidar tarafından hazırlanıp Meclis’teki Uzlaşma Komisyonu’na sunulan taslakta istenenlerin ne olduğu açıkça ifade edilmektedir. Söz konusu taslakta daha demokratik ve hukukun üstünlüğünün esas olduğu bir sistem değil, siyasi vesayetin, otoriterleşmenin yasalaştırıldığı, kurumsallaştırıldığı  bir düzene geçilmek isteniyor.

 

Aslında bizdeki Siyasi Partiler ve Seçim Yasası demokratik bir siyasi düzenin kurulmasının önündeki en önemli engeldir. Çünkü Meclis’teki milletvekillerinin tamamına yakını partilerin gücüne göre liderlerinin belirlediği isimlerden oluşmaktadır. Parti disiplini mutlaktır. Milletvekili oyunu vicdani kanaatine göre değil, grup başkanının işaretine göre kullanır. Seçimlerde çoğunluğu kazanıp iktidara gelen partinin lideri başbakan sıfatıyla hükümeti kurar. Milletvekili yahut bakan sıfatı verilen kişi kendisini tercih eden liderine yahut başbakana şükran borcunu ödemekle yükümlüdür. Az da olsa bunun tersinin vuku bulması durumunda yapan kişinin partiden, dolayısıyla siyasi hayattan tasfiyesi kaçınılmaz olur. Türkiye’de gerçekten demokrasinin gelişip yerleşmesi, çağdaş standartlara uygun hale gelmesi isteniyorsa “darbe anayasasını ortadan kaldırıyoruz” şeklindeki samimiyetten mahrum gösteriler yerine öncelikle mevcut antidemokratik Siyasi Partiler ve Seçim Yasası değiştirilmelidir.

 

Diğer taraftan başkanlık sistemine geçilmek istenirken, mevcut yapıyı daha demokrat ve özgürlükçü kılmak gibi bir eğilim de görülmüyor. Aksine son yıllarda arka arkaya yapılan düzenlemelerle hukuk devleti esaslarından, demokratik değerlerden yargı bağımsızlığı gibi “olmazsa olmaz” temel bir ilkeden büyük ölçüde uzaklaşıldı; hak ve özgürlükler ciddi şekilde kısıtlandı. Yargının bağımsız olmadığı, HSYK’nın Adalet Bakanlığı’nın kontrolüne geçirildiği, yüksek yargı organlarında isimlerin buradan belirlendiği, mahkemelerin iktidarın isteği doğrultusunda oluşturulduğu bir ortamda kuvvetler ayrılığı da yargı bağımsızlığı da ortadan kalkar. Yargı bağımsızlığı olmayınca hukuk devleti, temel hak ve özgürlükler de olmaz.

 

Devletin adının Cumhuriyet olması, parlamentonun bulunması hatta seçimlerin yapılması sonucu değiştirmez. Bugün komşumuz Putin’in Rusya’sında, kardeş ülkelerde Nazarbayev’in Kazakistan’ında, Aliyev’in Azerbaycan’ında, Kerimov’un Özbekistan’ında bütün bu şekli görüntüler vardır. Sistemin adı başkanlıktır. Olmayan tek şey demokrasi ve hukuk devletinin varlığıdır. Başka bir ifadeyle, bu ülkelerdeki rejimin adı “otokrasi” dir, yani yöneticinin bütün yetkileri tek başına elinde bulundurmasıdır.

 

Türkiye Cumhuriyeti’nin 92 yıllık hukuk ve demokrasi serüveninin sonucunda bu ülkelere benzetilmeye kalkışılması, bu niyetin Amerika Birleşik Devletleri modeliyle örtülmeye çalışılması son derece yanlıştır. Bu girişimleri kaygı ile izliyor, ülkemizde hem toplumsal barışın, huzurun, hem ülke bütünlüğünün hem de siyasi ve ekonomik istikrarın büyük zarar görmesinden endişe duyuyoruz

Bu haber 800 kez okunmuştur.
  Yükleniyor...