ERKEN SEÇİM NEYİ DEĞİŞTİRECEK

26 Ağustos 2015 18:46

 

                                                                                                                                 Op.Dr.Levent Başyiğit

                                                                                                                       Türkocakları Isparta Şubesi Başkanı

  

ERKEN SEÇİM NEYİ DEĞİŞTİRECEK

 

7 Haziran seçimlerinde ortaya çıkan tablo ve milletvekilliklerinin partiler arasındaki dağılımı koalisyon kurulmasının kolay olmayacağını gösteriyordu. Çünkü Ak Parti iktidarına karşı olan 3 parti, Meclis’te yeterli çoğunluğu sağlıyor görünseler de, HDP’nin PKK’dan bağımsız bir siyasi harekete dönüşme niyeti taşımaması, kağıt üzerindeki görüntüyü kendiliğinden geçersiz kılıyor; Ak Partinin içinde olmadığı bir koalisyonu imkansız hale getiriyordu. Başka bir deyişle, hükümet kurulması öncelikle AK Partinin bunu samimiyetle istemesine bağlıydı.

 

İlk günlerde gerek Başbakan Davutoğlu’nun, gerekse bazı parti yöneticilerinin sözleri sorunun bir şekilde çözülebileceği ihtimalini güçlendiriyordu. Fakat çok geçmeden Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın meseleye farklı baktığı görüldü. O iktidarın paylaşılması anlamına gelen bir koalisyon kurulmasını değil, seçimin yenilenmesini istiyordu. Yakın çevresiyle, danışmanlarıyla yaptığı istişarelerin, yaptırdığı anketlerden aldığı sonuçların ışığı altında, 7 Hazirandaki sonuçları “telafisi mümkün bir yol kazası” olarak görüyor, seçim sürecindeki bazı hataların düzeltilmesi,3 dönem kuralının kaldırılması,adaylar arasında ufak tefek rötuşlar yapılması, sandık güvenliğinin sağlanması ve tabanının motive edilmesi durumunda erken seçimde Ak Parti’nin kesinlikle tek başına iktidar olacağı kanaatini taşıyordu.

 

Recep Tayyip Erdoğan, geçen yıl Cumhurbaşkanlığı’na seçilince Ak Parti ile hukuki bağlarını koparmış görünse bile, herkes biliyor ki, kurucusu olduğu parti ve taraftarların nezdindeki karizmatik etkisi fiilen devam etmektedir. Bir yıl önce Erdoğan’ın tensibiyle partinin Genel Başkanı ve Başbakan olan Ahmet Davutoğlu bu durumu en iyi bilenlerden biridir. Erdoğan 13 yıl boyunca, partisini sıradan bir lider, bir Başbakan olarak yönetmedi. Bu hareketi destekleyen taraftarları ve partisi içerisinde bir “Recep Tayyip Erdoğan kültü” oluşturdu. Karizması Başbakan olmasıyla birlikte giderek büyürken, partiyi  birlikte kurduğu, aralarından “eşitler arasında birinci” görünümüyle öne geçtiği Abdullatif Şener, Abdullah Gül ve Bülent Arınç gibi ilk dönemde “özgül ağırlığı” bulunan isimler giderek etkisizleşip kenarda kaldılar. Parti içerisinde bu gelişmeler yaşanırken kimseden ciddi bir itiraz gelmedi, olağan bir durum olarak kabullenildi.

 

Seçimler üzerinden bir aydan fazla bir zaman geçtikten sonra, yeni hükümeti kurmakla görevlendirilen Ahmet Davutoğlu, kendisine kalsaydı CHP yahut MHP ile muhtemelen bir anlaşma zemini oluşturabilirdi. Ancak Davutoğlu, Erdoğan faktörünü bir kenara bırakmasının mümkün olmadığını bildiğinden, koalisyon görüşmeleri yapılıyor görüntüsü altında, 45 günlük sürenin önemli bölümünü tüketmekten başka sonuç vermeyen “nafile görüşmeler” in sürdürülmesine nezaret etti. Bu temasların önemli bir özelliği siyasi literatürümüze “İSTİKŞAFİ” tabirinin kazandırılması oldu. Sonuç da 45 günün tamamlanmasına bir hafta kala, Davutoğlu CHP ile eğitim ve dış politika konularında farklı görüşlerinin bulunduğu gerekçesiyle bu faslı kapadı.

 

Ancak usulen de olsa, konunun MHP Genel Başkanı ile de görüşülmesi gerekiyordu. Görüşmenin sonucunun ne olacağı önceden belliydi; nitekim öyle de oldu.

 

Böylelikle Türkiye, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın isteğine uygun olarak erken seçime yönelmiş bulunuyor. Etno-milliyetçi siyasi Kürtçülük hareketinin terör saldırılarını tırmandırdığı, her gün arka arkaya şehit cenazelerinin geldiği, evlere, yüreklere ateşler düştüğü, Türkiye’nin yüz yıl sonra yeniden bütünlük, güvenlik ve bekâ sorunlarıyla karşı kaşıya kaldığı bir ortamda seçimler yenilenmiş olacak.

 

Şahsi ve siyasi hesapların üzerine çıkılarak ülkenin ve milletin geleceği adına birliktelik sağlanmaya en fazla ihtiyacımız olan bir dönemde, bu yolun tercih edilmiş olması yarınki nesillere nasıl anlatılacak? Öne sürülecek gerekçeler, taraftar fanatizminin tutsağı olmaktan kurtulamayan, iktidar imkanlarının cazibesinden, maddi kazanımlarından kendilerini arındıramayan partilileri şimdilik ikna edebilir; Makyavelist anlayışla, çıkar hesapları görmezlikten gelinerek kazanan haklı sayılabilir. Ama günümüzün gerçeklerini tarihin ışığı altında bütün yönleriyle görüp değerlendirecek olan yarınki nesiller, günümüzün muhteris politikacılarının yol açtığı zararları, milli tahribatı hayırla anmayacaklardır.

 

1  Kasım'da  yapılması planlanan  erken seçimde sonuçlar değişebilir mi? Ak Parti oylarını dört puan kadar artırıp, Cumhurbaşkanı’nın istediği gibi az bir çoğunlukla da olsa tek başına iktidar olabilir mi?

 

PKK terörü ve IŞİD tehlikesi sürerken yıllardır ısrarla sürdürülen çözüm sürecinin buzdolabına kaldırıldığı açıklandı. Terör lanetlenerek, güvenlik önlemleri artırılarak, operasyonlar sürdürülerek Türk milletinin duygularına, tepkilerine uygun bir tavır sergilenerek 7 Haziranda kaybedilen oyların en azından bir bölümü geriye alınmak isteniyor. Bugün yaşananların 2009’dan bu yana bazen açılım, bazen başka adlarla sürdürülen, müzakere yöntemiyle sorunu çözeceği iddia edilen hükümet politikalarının iflası anlamına geldiği ortada iken, gerçekler örtülmeye çalışıyor. PKK-KCK’nın 5-6 yıldır bölgeye nasıl yerleştiği, şehirleri denetimine aldığı, evlere on binlerce silah ve patlayıcı yığınağı yapıldığı sanki yeni ortaya çıkan bir durummuş gibi sunulmak isteniyor. Oysa, 13 yıldır ülkeyi tek başına yöneten ve bugünkü ortamın sorumlusu olan siyasi iktidarın, bazı soruların cevabını milletimize vermesi gerekiyor. 

 

 PKK-KCK çatışmasızlık ortamını, şehirlere yerleşmek, sisteminin alt yapısını oluşturarak devlet içinde devlet kurmak maksadıyla kullanırken, hükümet yapılanlara neden seyirci kaldı. İstihbarat servislerinin, güvenlik güçlerinin, askerin, polisin, savcıların görevlerini  yapmalarını engelleyen talimatları kim verdi?

 

Terör örgütünün, çözüm sürecinden yararlanarak, stratejini değiştirdiği, kırsalda çatışmak yerine şehir gerillacalığına yöneldiği, bölgede “devrimci halk savaşı” adıyla alan hakimiyeti sağlamak üzere çatışmaya hazırlandığı, 6-7 Ekim olaylarının bunun bir provası olduğu görülmesine rağmen, bunlara neden göz yumuldu?

 

Oslo görüşmelerinin dışarıya sızan zabıtlarından, dönemin MİT Müsteşar Yardımcısının muhatabı PKK yöneticilerine“Güneydoğu’da şehirlere silah ve patlayıcı yığınağı yaptığınızdan haberimiz var” dediği defalarca yazıldı ve yalanlanmadı. Devletin 7 yıl önce bildiği bu gerçeği, geçen ay “Güneydoğu’da şehirlere çeşitli cins ve çapta seksen bin silah sokuldu”şeklinde bir istihbarat raporuyla kamu oyuna duyurulması gafletin, vurdumduymazlığın ikrarı anlamına gelmiyor mu?

 

 Suriye’nin kuzeyinde ABD himayesindeki PYD yapılanmasının, PKK’ya coğrafi derinlik ve geniş bir eleman havuzu kazandırdığı, meşruiyet zemini hazırladığı, eğitim ve silahlanma imkanı sunduğu, siyasi Kürtçülük hareketinin uluslararası desteklerle bölgede siyasal bir aktör halinde getirildiği neden fark edilmedi? Türkiye’yi doğrudan ilgilendiren böylesine hayati bir gelişmeyi görüp önlem almak hükümetin ilk görevlerinden biri değil midir?

 

Türkiye İŞİD'e destek vererek veya veriyor görüntüsü yaşatarak Dünya nezdinde Terörizme yardım yapan ülke durumuna düşerken, Avrupa ve ABD, İŞİD ile mücadelesinde PKK nın çeşitli kollarını kullanmak durumunda olması,onlara  yarın Türkiye'ye çevrilebilecek Ağır silahlar vermesi, Uluslararası platformda Terörist işlem gören PKK kuruluşlarının  meşrulaştırılması gerçeğini yaşattı.Türkiye'yi idare edenler bu gelişmeleri seyretmek durumunda kalmadılar mı.?!

Bu haber 605 kez okunmuştur.
  Yükleniyor...