Öz Yönetim Bildirgesi Yahut Ayrılış Manifestosu

8 Ocak 2016 16:15

                                                                                            Op.Dr.Levent Başyiğit

                                                                                      Türkocakları Isparta Şubesi Başkanı

 

 

Öz yönetim Bildirgesi Yahut Ayrılış Manifestosu

 

Demokratik Toplum Kongresi (DTK)’nin Diyarbakır’daki toplantısının sonuç bildirgesi, yıllardır PKK üzerinden yürütülmekte olan Etnikçi - Kürtçülük hareketinin nihai hedefini açıklayan bir ‘’ayrılış manifestosu’’ dur. Toplantı zaten bu maksatla planlanmıştı. Aslında 2011 yılının Temmuz ayında aynı senaryo oynanmış, benzer bir açıklama yapılmış, arkasından PKK Hakkari - Çukurca bölgesinde kararları uygulamak amacıyla saldırılar başlatmıştı. Bir yıl kadar süren çatışmalarda PKK ağır kayıplar vermiş, köşeye sıkışmıştı. Operasyonlar devam edebilseydi terör örgütünün beli muhtemelen kırılacaktı. Ancak ertesi yıl 2012’nin Aralık ayında kaçakçılık yapan 34 köylünün hayatını kaybettiği Uludere olayı yaşandı. Hala kimin tarafından ve hangi kanaldan verildiği açığa çıkmayan yanlış bir istihbarat sonucu bu elim olay meydana geldi. Bunun etkisiyle operasyonların durdurulmasına, görüşmeler yoluyla çözüm aranmasına karar verildi. Çözüm süreci adıyla yürütülen görüşmelerin nasıl sonuçlandığı, iki yıllık ara dönemde terör örgütünün yeni bir kalkışma için nasıl hazırlandığı, bölgeye silah ve patlayıcı yığdığı, şehir savaşı için hazırlandığı ortada.

 

PKK’nın Kandil’deki elebaşları geçen yılın ilk aylarında çatışmasızlık dönemine son verdiklerini, ‘’devrimci halk savaşı’’ başlatacaklarını defalarca açıkladılar. Hedeflerine siyaset üzerinden ulaşamayacaklarına inandıklarından, HDP’ nin 80 milletvekiliyle meclise girmesini önemsemediler. Selahattin Demirtaş’ın denediği insiyatif alma girişimini kendi yöntemleriyle anında susturdular; karar ve iradenin Kandil’de olduğunu kabul ettirip hem kendisinin hem de siyasi kadrosunun talimatlarına uymalarını, itaatini sağladılar.

 

PKK’nın kurulusundan beri benimseyip uyguladığı ilkeler, yöntemler, örgütlenme tarzı ve ideolojisi açısından bu olanların şaşırtıcı bir tarafı yok. Stalin’den esinlenen, son derece katı ideolojik kurallarla, sert bir disiplin anlayışıyla organize olan PKK’lılar, hedeflerine devrimci halk savaşı dedikleri silahlı mücadele yoluyla ulaşacaklarına inanıyorlar.  Silahı kutsayacak derecede önemsiyorlar. Leyla Zana ve Aysel Tuğluk gibi nispeten ılımlı görünenler bile bu saplantıyı ‘’silah Kürtlerin en büyük güvencesidir, silah bırakmayız’’ gibi söylemlerle ifade etmişlerdi.

 

Bu defaki ayaklanma girişiminin öncekilerden ve 2011 dekinden farkı, girişimlerini dağdan şehirlere taşımış olmalarıdır. Bu değişimin birkaç nedeni var:

 

1- Türk Silahlı Kuvvetleri’yle kırsalda çatışmaya girmeye kalkışmaları her defasından ağır kayıplar verdi, hata yaptıklarını anladılar.

2- Kobani’de IŞİD’e karşı direnerek sağladıkları başarıyı bir model olarak benimsediler. Buradan moral kazanarak aynısını Türkiye içerisinde tekrarlamaya karar verdiler.

3- Bölge halkının çatışmalarda yanlarında yer alması, olayların kitlesel ayaklanmalara (serhildan) dönüştürmek.Bu sağlanamazsa sivil ölümlerin ortaya çıkmasına neden olunarak, ölümlerden Devleti sorumlu tutma, itham etme, dolayısıyla Devleti paralizi haline getirerek kendileri ile mücadele edemez hale getirmek. Dünya kamuoyunun desteğini sağlamak için şehirleri savaş alanına çevirmeyi, insanları kalkan olarak kullanmayı uygun buldular.

 

DTK’nın bildirgesinde yer alan isteklerin tamamı aslında KCK (Kürdistan Topluluklar Birliği) sözleşmesinde yer alan (Mütasevver Kürdistan Devleti’nin anayasası) hususlardır. Terör örgütü Öcalan’ın yakalanıp Türkiye’ye getirilmesinden sonra, 1998 den 2002’ye kadar ciddi bir sarsıntı geçirmişti. Hükümetin değişen yeni şartlara uygun bir mücadele konsepti belirleyememesi, örgütün bocalama döneminde eylemleri durdurması sorunun bitmekte olduğu şeklinde yorumlandı. Bunun sonucu olarak etnikçi-ayrılıkçı fitne 2003 den itibaren tekrar canlandı. Öcalan’ın belirlediği ve ‘’Demokratik Konfederasyon’’ adıyla kitap halinde yayımlanan esaslar çerçevesinde yeniden organize oldu. Yeni örgüt şemasında PKK’nın da içerisinde yer aldığı çeşitli kurullar oluşturuldu. KCK’ ya örgütün icra organı işlevini yapma görevi verildi. DTK Kürtçülük hareketinin bütün bileşenlerinin siyasi partinin vakıf ve derneklerin, kadın temsilcilerinin yer aldığı geniş bir platform olarak düşünüldü. Böylece kendilerinden saymadıkları, kabul etmedikleri Türkiye Devleti’nin içerisinde, onun bütün fonksiyonlarını yatay ve dikey anlamda sahiplenmek üzere ayrı bir devlet yapısı oluşturma çalışmaları başlatıldı.

 

3-4 yıldan beri Sovyet Sisteminden esinlenen sözde halk meclisleri yargı, vergi toplama ve eğitim mekanizmaları, YDG-H adıyla inzibat birimleri kurulmaya, şehirler bunlar aracılığıyla kontrol altına alınmaya, halk örgüte bağlı hale getirilmeye çalışılıyor.

 

Devlet ve Hükümet bu girişimleri fazla önemsemediğinden etkili önlemler alma gereği duymadı. Görüşmeler yoluyla örgütün ikna edilebileceği, karşılıklı bazı adımlar atılarak silah bırakmaya, dağdan inmeye razı edilecekleri düşünüldü. Öcalan’ın 2013 Nevruzunda Diyarbakır’da okunan mektubu çözümün anahtarı olarak algılandı. Bazı dış merkezlerin Türkiye ve Orta Doğu ile ilgili hesapları bağlamında PKK’yı taşeron unsur olarak görüp destekledikleri bilinmesine rağmen, diplomatik yollardan bunu engelleyecek yeterli girişimler yapılmadı.

 

PKK üzerinden yürütülen etnikçi - ayrılıkçı - Kürtçülük hareketinin en önemli dayanaklarından biri, belki de birincisi Türkiye’deki radikal sol kesimlerden, eski solcu liberallerden, bazı İslamcı kesimlerden sağladıkları destek ve bu çevrelerle kurdukları ilişkilerdir.

 

12 Eylül’den önce Kürtçülerle radikal sol gruplar arasında var olan ilişkiler, 90’lardan sonra giderek derinleşti; zamanla siyasi ittifaklara dönüştü. Devlete ve anayasal düzene karşıtlık ve Türk Milli kimliğini red noktasında görüşleri örtüşen solcular, kozmopolit liberaller, millet algıları sorunlu siyasal İslamcılar PKK hareketini haklı ve meşru saydılar. PKK’nın terör örgütü olmadığını sürekli yazdılar, konuştular. Eylemlerine devletin ezdiği, mağdur ettiği bir halkın haklarını elde etmek için yaptığı mücadele olarak görüp alkışladılar.

                       Bu günlere böyle geldik............

 

Bu haber 836 kez okunmuştur.
  Yükleniyor...