Terör Sarmalından Kurtulmak İçin-2

1 Şubat 2016 19:17

                                                                                                              Op.Dr.Levent Başyiğit

                                                                                                        Türkocakları Isparta Şubesi Başkanı

 

 

Terör Sarmalından Kurtulmak İçin-2

 

 

IŞİD’ in Kobani’ yi ele geçirmek üzere yaptığı girişimin, ABD’nin yoğun hava ve silah desteğiyle başarısız kılınması, Kürtçülük bilincini köpürttü, motivasyon sağladı. Bunun Türkiye içerisinden ne kadar etkili olduğu 6-7 Ekim 2014 olayları sırasında görüldü. HDP’nin oylarının yükselmesinde Rojeva, Kobani faktörlerinin önemli bir payı vardır.

 

IŞİD hem Türkiye’ye hem de Suriye ve Irak başta olmak üzere, Müslüman ülkelere büyük zararlar veriyor. Küresel güçlerin projelerini uygulamaları için kullandıkları anahtar işlevi yapıyor. Küfre karşı cihat jargonuyla yola çıkarken, sonunda küresel güçlerin taşeronluğunu yapmış oluyor.

 

Rusya ve İran IŞİD’le mücadele görüntüsü adı altında Esat’la anlaşarak Suriye’ye girdiler. IŞİD’e fazla ilişmeden rejime karşı mücadele eden muhaliflere yüklendiler ve önemli ölçüde tasfiye ettiler. Üçe bölünmesi mukadder olan Suriye’nin en önemli ve stratejik bölgelerini içine alan, ahalisi Nusayrilerden oluşan, kendi güdümlerinde olacak bir butik devletin doğmasının önünü açtılar. Rusya bu girişimleriyle Doğu Akdeniz’in çok zengin doğalgaz yatakları üzerinde söz sahibi haline gelmiş bulunuyor.

 

IŞİD sadece Suriye’deki siyasal, etnik ve mezhebî yapılanmaların tetikleyicisi olmakla kalmıyor, bölgedeki terörü ülkemize taşımaya çalışarak Türkiye’de Irak’a ve Suriye’ye benzer bir ortam oluşturmak isteyen uluslararası merkezlerin PKK ile birlikte taşeronluğunu yapıyor.

 

Sultanahmet saldırısından bir gün sonra PKK’nın Çınar’da sergilediği vahşet, IŞİD’in Irak ve Suriye’deki eylemlerinin benzerini Türkiye’ye taşımaya karar verdiğini gösteriyor. PKK üzerinden yürütülen Kürtçülük hareketi ‘Devrimci Halk Savaşı’ adıyla Güneydoğu’da aylardan beri yeni bir kalkışma girişimi yapıyor. Güvenlik güçlerimiz canlarını ortaya koyarak, halkın zarar görmemesine özen göstererek bu hamleyi bastırmak için mücadele veriyor. Sorunu İmralı ve Kandil’le görüşmeler yaparak çözüleceği ümidiyle yürütülen ‘çözüm süreci’ PKK tarafından nasıl kullanıldığı ortada. Operasyonların durdurulmasından yararlanarak muazzam bir silah ve mühimmat yığınağı yaptılar; Kobani’ dekine benzer yöntemlerle şehir savaşına hazırlandılar. Belirli dış ülkelerden PYD kanalıyla destek alan PKK, büyük kayıplar vermesine rağmen statü ve egemenlik olarak belirlediği hedeflerinden vazgeçmek niyetinde değil.

 

PKK’yı terör örgütü olarak değil, Nuray Mert’in ifadesiyle ‘halklarını elde etmek için mücadele eden savaşçılar’ olarak gören, çoğu eski solcu liberaller, Marksistler ve bazı siyasal İslamcı kesimler devletin operasyonları durdurmasını istiyorlar; örgütle masaya oturup taleplerini karşılamak suretiyle anlaşması için çaba harcıyorlar. Soruna bu pencereden bakan akademisyenler PKK terörünü görmezlikten gelerek devleti katliam ve kıyım yapmakla suçluyorlar. Çınar’da katledilen bebeklerin, çocukların ve sivillerin yürek yakan resimleri, harabeye dönen evlerin görüntüleri bile bunların vicdanlarını sızlatmıyor. Silaha ontolojik bir anlam yükleyen, hedeflerine ulaşmanın, konfederal bir yapı kurmanın en büyük aracı ve güvencesi sayan PKK’nın eylemlerini doğru haklı ve meşru buluyorlar.

 

İçişleri Bakanı geçen hafta PKK ile mücadele için kapsamlı bir ‘mastır plan’ hazırlanacağın açıkladı. Yıllardan beri ihtiyacımız olan etkili bir devlet politikasının oluşturulması adına bu adımın atılması olumlu bir gelişmedir. Yeter ki siyasi mülahazalar ve hesaplar bir yana bırakılarak meselenin önemiyle orantılı ciddiyetle etraflı bir hazırlık yapılsın; konuyu iyi bilen, ülkemizin bekası bütünlüğü ve güvenliği konularında hassasiyeti yüksek uzmanlarla, deneyimli bürokratlar, askerler ve istihbaratçılarla istişareler yapılarak yararlanılsın. Ancak bu adım çoğu kere olduğu gibi bürokrasinin geleneksel labirentlerinde kaybolup giderse, niyetten ibaret kalırsa bir sonuç alınamaz. Birkaç yıl önce benzer gerekçelerle kurulan Kamu Güvenliği Müsteşarlığı’nın şimdiye kadar ne yaptığı yahut yapamadığı ortada. Sultanahmet saldırısı IŞİD’ in Türkiye’de her an eylem yapacak kapasiteye sahip olduğunu gösterdi.  DHKP-C gibi radikal sol örgütlerin de PKK çatısı altında yer almaları, ortak cephe oluşturmaları karşı karşıya olduğumuz terör sarmalının etkisini ve alanını genişletiyor. Bu gerçekler göz önüne alınarak, mastır plan hazırlanırken sadece etnik ve idolojik  fitnenin değil, İslam adına yürütülmek istenen fitnenin de hesaba katılması, kapsamlı ve kalıcı bir milli politikanın oluşturulması gerekiyor. Türkiye’nin bekası ve bütünlüğü adına bu konudaki hazırlıklar uzatılmadan tamamlanmalıdır.

 

Güvenlik güçlerimiz, askerimiz ve polisimiz verilen görevleri başarıyla sürdürüyorlar; ama güvenlik politikalarını tamamlayacak sosyal, kültürel, ekonomik, toplumsal ve siyasal politikalara da ihtiyaç var. Terörle mücadelenin vazgeçilmez ayağı olan güvenlik politikaları, ancak bu adımların atılmasıyla kalıcı hale gelir. Çok yönlü ve çok merkezli fitneler tamamıyla yok edilmeseler de marjinalleşirler, tehdit olmaktan çıkarlar.

 

Bunlar yapılmadığı takdirde mevcut sorunlarımız dış faktörlerin, Orta Doğu’daki yeni jeopolitik oluşumların etkisiyle çok daha ağırlaşır. Bu gerçeği öncelikle iktidarıyla ve muhalefetiyle ülkeyi yönetenlerin net biçimde görmeleri, siyasi hesapları bir kenara bırakarak Türkiye’nin kaderinin devletin bekasının söz konusu olduğu bir ortamda ortak paydalarda buluşmaları gerekiyor.

 

Başkanlık sistemi tartışmalarının yaşadığımız ortamda gündemin baş konusu haline getirilmesine çalışılmasının doğru, haklı ve makul bir tarafı yoktur. Bir yandan fitneye karşı birlikte hareket edilmesi istenirken, milli birlik çağrıları yapılırken, diğer yandan başkanlık tartışmalarını açmak siyasal ve toplumsal kutuplaşmaları gerginlikleri daha da büyütür; Türkiye’ye yazık olur.

 

İkinci Meşrutiyet döneminde Osmanlı münevveri, siyasetçisi, askeri ve devlet ricali fuzûli tartışmalarla, polemiklerle zamanı tüketirken, siyasi fırkalar birbirleriyle didişirken ayrılıkçı etnik hareketler bir çığ gibi büyüdü; Balkan faciasın yaşanmasına, Rumeli’nin kaybedilmesine tarihi bir felakete yol açtı.  Benzer faciaların günümüzde yaşanmaması için yakın tarihimizi ibretle hatırlamak, düşünmek ve değerlendirmek zorundayız.

Bu haber 737 kez okunmuştur.
  Yükleniyor...