Millî Seferberlik, Dayanışma ve Birlik Zamanı-1

17 Ocak 2017 17:36

Millî Seferberlik, Dayanışma ve Birlik Zamanı-1

 

                                                                 Op.Dr.Levent Başyiğit

                                                     Türkocakları Isparta Şubesi Başkanı

 

Türkiye 2017’ye yeni bir terör şokuyla başladı. İstanbul’da bir gece kulübüne uzun namlulu silahıyla ateş açarak giren saldırgan, yedi dakika içerisinde 39 kişiyi katletti; 4’ü ağır 60’tan fazla yaralı var. Hayatını kaybedenler arasında çok sayıda yabancı uyruklu insanın olması, olayın yılbaşı gecesi yaşanması, yaşam tarzına müdahale olarak algılandığından Batı dünyasından, ülkemizde daha önce yaşanan terör saldırılarına gösterilenden daha büyük tepkiler geldi. Başkan Obama taziye mesajı yayınladı, Almanya Başbakanı Merkel 2017’nin başta DEAŞ olmak üzere siyasal İslâm’la ve radikal akımlarla mücadele dönemi olacağını söyledi.

Türkiye’de de alışıldığı üzere hem siyasî liderlerden ve bakanlardan hem de çeşitli kuruluşlardan katliamı kınayan, terörün bizi yıkamayacağını belirten, birlik-beraberlik ihtiyacını vurgulayan açıklamalar yapıldı. Ancak bu tarz açıklamaların terör saldırılarını durduramadığını yıllardır görüyoruz.

Geride kalan 2016 yılında, ülkemizde çeşitli bölgelerde 27 terör saldırısı yapıldı. Son katliam hariç, bu saldırılarda 753 polis, asker, kamu görevlisi ve sivil vatandaşımız hayatını kaybetti; 500’e yakın yaralımız var. Bu rakamlara FETÖ’nün 15 Temmuz darbe girişiminde yol açtığı kayıplarımız da eklendiğinde rakam çok daha ağırlaşıyor. Mevcut tablo yüreğimiz elvermese de terör eylemlerinin maalesef bu yıl da süreceğini gösteriyor. Başka bir ifadeyle, önümüzdeki aylarda canımızın yanmaya devam edeceğini, ocaklara ateşler düşeceğini söylemek durumundayız.

Yıllardır milletimizin üzerine bir karabasan gibi çöken, insanımızın psikolojisini bozan, toplumsal öfkeyi kabartan, karamsarlık doğuran ve ekonomimizi olumsuz etkileyen bu kâbustan kurtulabiliriz. Bunun için öncelikle sorunu bütün yönleriyle doğru tespit etmeliyiz; ardından siyasi hesapları bir kenara bırakarak meseleyle cesaretle yüzleşip, konuyu bilen uzmanların katılımıyla yeni ve kapsamlı bir mücadele konsepti benimsemeliyiz. Hastalık doğru teşhis edilmediği zaman tedavi girişimlerinin sonuç vermediğini 2009 – 2015 döneminde yaşayıp gördük.

Terörün bütün dünyanın ortak meselesi olduğu söylemi doğrudur; ama hiçbir Batı ülkesinde bizdeki gibi dış merkezlerden yönlendirilen, desteklenen dinî, mezhebî, etnik ve ideolojik referanslı dört ayrı terör örgütü yok. Başka bir ifadeyle hiçbir Batılı ülkede bizdeki gibi toplumda belirli bir kitlesel desteği bulunan terör olgusu yaşanmıyor. Irak ve özellikle Suriye’de bu örgütlerin belirli bir alan hâkimiyetinin olması teröristlere eğitim, lojistik ve hazırlık imkânı sağlıyor; moral kazandırıyor. 1000 km.den fazla sınırımızın bulunması eylemcilerin Türkiye’ye geçişlerini kolaylaştırıyor.Bu nedenle 5 yıldır ısrar ettiğimiz  politikalarımızı revize ederek Suriye'nin Toprak bütünlüğü ve Devlet hakimiyeti konusunda  son dönemde  Rusya ile  birlikte gerçekleştirdiğimiz olumlu katkı vermeyi sürdürmeliyiz.Bu durum bizim dış kaynaklı terör ile mücadelemizin başarıya ulaşmasına katkı yapacaktır.

Türkiye’nin bu konudaki bir başka zorluğu, Batılıların samimiyetsizliğidir. PKK’yı bir terör örgütü olarak değil, Türkiye’de ki bazı solcu, liberal ve İslâmcı aydınlar gibi, gasp edilen haklarını kazanmak için mücadele veren meşru bir hareket olarak görüyorlar; açık ve örtülü her türlü desteği veriyorlar. ABD ve birçok Avrupa ülkesi siyasi hesaplarla PKK’yı terör örgütü olarak tanımlasalar da bunun reel bir karşılığı bulunmuyor, sözde kalıyor. Çünkü KCK yapılanması kapsamında hem PKK’nın Suriye kolu olan PYD-YPG’yi, hem de Irak ve Suriye’deki kollarını terör örgütü görmediklerini açıkça ilan ediyorlar, Türkiye’nin itirazlarını kâale almıyorlar.

Aynı samimiyetsizlik IŞİD (DEAŞ) konusunda da geçerli. Bir taraftan bu örgütle mücadeleyi en önemli mesele saydıklarını söyleyip Suriye’de bu amaçla ABD liderliğinde koalisyon oluşturuyorlar; Türkiye’yi gerekli desteği vermemekle suçluyorlar. Ama TSK’nın kesin sonuç almak amacıyla başlattığı Fırat Kalkanı operasyonunu en kritik aşamasında yani El-Bab’a girilip IŞİD’e stratejik bir darbe vuracak hamlesine engel olmaya çalışıyorlar.

Bu çelişkiler doğal olarak teröre karşı uluslararası işbirliği kurulmasını engelliyor. Batı Suriye ile arasındaki coğrafi mesafe nedeniyle Türkiye’nin karşılaştığı saldırılara duyarsız kalıyor; bu konuda çok gerekli olmasına rağmen istihbarat alanında etkili bir işbirliği yapılamıyor. Terör örgütlerinin elebaşıları Batı Avrupa’da serbestçe barınıyor, himaye görüyor, AB Parlamentosu’nda ağırlanıyor.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Türkiye’nin terörle çökertilmeye çalışıldığını, terörün arkasındaki güçlerin ülkemizi yeniden  Sevr dönemine taşımak istediklerini ifade etmesi; İstiklâl Savaşı’ndan bu yana devletimizin en ciddi sorunlarla karşı karşıya olduğunu, millî varlığımızı korumak için “millî seferberlik” çağrısı yapma gereği duyması, beka ve gelecek meselemizin öneminin ve ciddiyetinin devlet nezdinde görülüp değerlendirildiği anlamına geliyor. Siyasi görüş ve tercihi ne olursa olsun ülkemizin ve milletimizin geleceği konusunda hassasiyeti bulunan hiç kimse bu çağrıyı duymazlıktan gelemez. Ancak bu çağrının söylemde kalmaması, hayata geçirilmesi, millî birlik ve millî seferberlik ruhunun millete mâl edilip toplumsal dayanışma oluşturması için somut adımların atılması gerekiyor.

ABD başta olmak üzere herhangi bir Batılı ülke Türkiye’nin sadece geçen yıl yaşadığı terör saldırılarına muhatap olsaydı, özellikle FETÖ’nün 15 Temmuz’daki tarihi bir ihanet ve alçaklık hareketi olan darbe girişimine benzer bir olayla karşılaşsaydı direnemez, dağılıp çökerdi. Ülkemizde bütün bu olaylar yaşanırken milletimizin millî karakterinin, manevi, psikolojik niteliklerinin, tarihi ve kültürel özelliklerinin ne kadar güçlü ve dirençli olduğu bir kere daha görüldü.

Ama diğer taraftan toplumun morale, huzur ve güvene ihtiyacı var. Gündelik hayata yansıtılamayan, sadece retorik düzeyinde kalan ifadelerle bu ihtiyaç karşılanamaz. Yalnız iktidar yanlısı olmayan kesimlerde değil, toplumun genelinde giderek yaygınlaşan gelecekle ilgili kaygılar, belirsizlikler doğal olarak karamsarlığa yol açıyor. İnsanımız hemen her sabah TV kanallarından hangi tatsız haberle karşılaşacağını bilememenin tedirginliğini yaşıyor.

İktidar yanlısı gazetelerin, bazı köşe yazarlarının, konuşmacıların kendileri gibi düşünmeyenlere karşı kullandıkları itici, ötekileştirici, dışlayıcı üslup birlik ve beraberlik çağrılarıyla bağdaşmadığından zarar veriyor. Sosyal medya, troller belirlenen hedefleri, isimleri imhaya memur infazcılar gibi saldırgan ve acımasız bir dil kullanıyorlar. Toplumsal barışın sağlanmasına, doğrudan millî varlığımıza yönelik tehlikelere karşı “millî seferberlik ve dayanışma” ihtiyacımız olan bu dönemde bunların zararlı olduğunun görülüp engellenmesi gerekiyor.

 

                                Değerlendirme devam edecek................

Bu haber 598 kez okunmuştur.
  Yükleniyor...