Tehlikenin farkında değiliz, herkes lay lay lom!

6 Şubat 2017 14:59

M.Tanzer Ünal

 

Sevgili okurlarım, geçenlerde Türkiye’nin yeni nüfus rakamları açıklandı.

“Aaa, 80 milyon olmuşuyuz”, “Aaa, nüfusumuz bir yılda 1 milyon 73 bin artmış” deyip, geçiştirdik, üstünde durmadık.

Oysa rakamlar arasına gizlenmiş öyle bir “sorun” vardı ki, işi gücü bırakıp bu sorunun üzerine eğilmeliydik.

Yıllardır geçiştiriyorduk, bir kez daha geçiştirdik.

Daha önemli sorunlarımız vardı, önce “başkanlık sistemi”ni halletmeliydik, belki sıra ona da gelirdi.

Neydi bu sorun?

Türkiye’nin şehirleşme hızı!

Son oran ne, biliyor musunuz?

Nüfusumuzun yüzde 92.3’ü il ve ilçelerde, sadece yüzde 7.7’si köy ve beldelerde oturuyor.

Felaket habercisi, bir oran!

Köyler boşalıyor, kentler keşmekeş hale geliyor.

Üreten azalıyor, tüketen çoğalıyor.

Herkes bey paşa oldu, toprakta çalışacak insan kalmadı.

Bu nedenle tarımda da, hayvancılıkta da dışa bağımlı hale geldik.

Et ithal ediyoruz; buğday, mercimek, nohut, fasulye, akılınıza gelebilecek pek çok tarım ürününü ithal ediyoruz.

90 yılda nereden nereye geldik?

Bu konudaki ilk veriler 1927 yılına ait.

1927 yılında ülkemiz nüfusunun yüzde 24.2’si şehirlerde, yüzde 75.8’i köylerde oturuyordu.

1960’a kadar kent-köy nüfus oranında fazla değişiklik olmadı.

1960 yılından itibaren köy nüfusu azalmaya, kent nüfusu artmaya başladı.

1970 yılına geldiğimizde, kent nüfusu yüzde 38.5’e yükselmiş, köy nüfusu yüzde 61.5’e düşmüştü.

Daha sonra denge hızla değişmeye başladı.

1980 yılında; kent nüfusu yüzde 43.7, köy nüfusu yüzde 56.3.

1990’da; kent nüfusu yüzde 59, köy nüfusu yüzde 41.

2000’de; kent nüfusu yüzde 64.9, köy nüfusu yüzde 35.1.

2010 yılında; kent nüfusu yüzde 76.2, köy nüfusu yüzde 23.7.

Ve 2017’de; kent nüfusu yüzde 92.3, köy nüfusu yüzde 7.7.

Türkiye, böyle bir yapıyla nereye gidebilir?

Bu gelişmeyi nasıl değerlendirebiliriz?

Nasıl değerlendirmeliyiz?

Bazıları gibi, “Türkiye gelişiyor, kalkınıyor” mu demeliyiz?

Şehirleşme, kalkınmanın bir göstergesi mi?

Sevgili okurlarım, bence bu yapı “kişiliksiz” bir yapı.

Bu yapı, bir felaket habercisi!

Geldiğimiz noktada, Türkiye bir “sanayi” ülkesi mi?

Değil…

Ülkemizi, gerçek bir sanayi ülkesi olarak tanımlayamayız.

Peki, Türkiye bir “tarım” ülkesi mi?

Ne mümkün!

Kırsal kesimde tarımla, hayvancılıkla uğraşacak bir nüfus kalmadı ki!

İşte devletin rakamları ortada, nüfusumuzun sadece yüzde 7.7’si köylerde oturuyor.

Kiminle tarım, kiminle hayvancılık yapacaksın?   

Herkes yiyici oldu.

Herkes bey paşa oldu.

Toprakta çalışacak kimse kalmadı.

Bu nedenle, dünyanın en pahalı etini yiyoruz.

Bu nedenle, en basit gıda ürünlerini dahi ithal ediyoruz.

Tarım Bakanlığı, geçenlerde “milli tarım” seferberliği ilan etti.

Şu gülünçlüğe bakar mısınız?

Kiminle yürüteceksin bu seferberliği?

Çalışan yok.

Üreten yok.

Herkes şehre göç etmiş, rant peşinde.

Böyle bir çarpık yapı olabilir mi?

Bir ülkenin ekonomisi, böyle bir yapıyla ayakta durabilir mi?

Her neyse…

Biz böyle ıvır zıvır şeylere (!) fazla kafamızı takmayalım, hele şu “başkanlık sistemi”ni bir getirelim, başkanlık sistemi bu sorunumuzu da çözer!

 

Bu haber 535 kez okunmuştur.
  Yükleniyor...