“Ziller yine sorunlarla çaldı”

17 Eylül 2013 15:49

Türk Eğitim-Sen Isparta Şube Başkanı Ali Balaban, 2013 – 2014 eğitim-öğretim yılı açılışı dolayısıyla bir mesaj yayınladı. Balaban’ın mesajı şöyle: “2013-2014 eğitim-öğretim yılında ziller yine sorunlarla çalıyor. Bu eğitim-öğretim yılı tıpkı geçen yıl gibi ilklere sahne olacaktır. 2013-2014 eğitim-öğretim yılında yapılan en önemli değişiklik ise, ortaöğretime geçiş sistemi ile ilgilidir. Yeni sınav sisteminin önümüzdeki dönemde neler getireceğini çok daha iyi görebileceğiz. Ancak Türk Eğitim-Sen olarak sistemi genel hatları ile değerlendirdiğimizde; Bakanlığın 4+4+4 sisteminde olduğu gibi yine sınıfta kalacağını ve telafisi zor hatalara imza atacağını öngörüyoruz.

YENİ SINAV SİSTEMİ ADİL VE BAŞARILI BİR EĞİTİMİN ÖNÜNÜ AÇMAYACAKTIR.

Yeni sistem gerçekten sınav yarışını ortadan kaldırarak, adil ve başarılı bir eğitimin önünü açar mı, dershanelerin tamamen ortadan kalkmasına neden olur mu? Yeni sistem de, tıpkı SBS gibi sınav odaklıdır. Bu haliyle SBS’nin sadece ismi değişmiştir. Hatta SBS’de öğrenciler yılda tek sınava girer ve tek sınavın stresini yaşarken; yeni sınav sistemi ile birlikte 8. sınıfta 12 sınava girecek, kendilerini sık sık yarış ve heyecan içinde bulacaktır. Hatta sistemin önümüzdeki yıllarda 6 ve 7’inci sınıflara genişletilmesi ve açık uçlu soruların da devreye girmesiyle birlikte sınav baskısı daha da küçük yaşlarda ortaya çıkacaktır. Bakan her ne kadar bunun yeni bir sınav olmadığını, yazılı sınavların merkezden gönderilecek sorularla yapılacağının altını çizse de; okulda yapılan yazılı sınav farklıdır, yazılı sınavların merkezi olarak yapılması ve sonuçlarının da merkezi olarak değerlendirilmesi farklıdır. Bu nedenle “Yeni bir sınav getirmiyoruz, öğrenciler sınav stresi yaşamayacaklar” şeklindeki söylemler gerçeği yansıtmadığı gibi, komik ifadelerdir ve bunun yeni bir heyecan ve stres getirmeyeceğini söylemek eğitimle hiç ilgisi olmayanların bile dile getireceği ifadeler değildir. Üstelik genel liseler kaldırıldığından bu kez daha büyük bir stresin içine girecektir. Çünkü öğrenci şayet Anadolu lisesini kazanamazsa o zaman alternatifi azalmakta; meslek lisesine, imam hatip lisesine, açık liseye ya da özel liseye gitmek durumunda kalmaktadır. Korkarız ki sırf dershaneleri kaldırmak pahasına eğitimin genetik kodlarıyla oynanmakta ve eğitim yeni bir bilinmezliğe sürüklenmektedir.

Bu sistem dershanelere kilit vuramaz. Zira sınav olduğu sürece dershanelerin olması kaçınılmaz olacaktır. 8’inci sınıfta 6 dersten sınava girildiği düşünüldüğünde, bu sistemin ileriki yıllarda 6 ve 7’inci sınıflara da genişletileceği göz önüne alındığında öğrenciler bu sınavlardan başarılı olmak, yarışı kazanmak için yine özel ders alacak ya da kurslara, etüt merkezlerine, dershanelere gidecektir. Siz kanundan dershane tanımını kaldırırsanız, yani dershaneleri yasal olmaktan çıkarırsanız, bu kez merdiven altı dershaneler ortaya çıkacak ya da farklı nitelik ve isimler altında dershanecilik devam edecektir.

Bu sistem ile ilgili en büyük endişelerden birisi de müfredata ilişkindir. Her okulda müfredat aynı şekilde işlenememektedir. Bazı bölgelerde kar tatilleri ya da öğretmen açığı v.b. nedenlerle müfredatta sıkıntı yaşanması kaçınılmazdır. Bu sistemle birlikte iller arası, bölgeler arası, okullar arası eşitsizliğin de giderilmeyeceği çok açıktır. Öğretmen atamalarında ihtiyaç olan illere ve branşlara daha fazla sayıda atama yapmak bir önlemdir. Ancak Bakanlığın bunu nasıl yapacağı ciddi bir muammadır. Bu yıl sadece Muş’ta yüzlerce sınıf öğretmenine ihtiyaç varken, Türkiye genelinde atanan sınıf öğretmeni sayısı 1820’dir. Bakanlığın okullar arasındaki eşitsizliği azaltmasının yolu her okula yeterli sayıda öğretmen ataması yapmaktan, ücretli öğretmen uygulamasına son vermekten, okulların fiziki, alt yapı, donanımını geliştirmekten geçmektedir. Öte yandan ileriki yıllarda öğrencilere kesinlikle açık uçlu sorular sorulmamalıdır. Açık uçlu sorular yazılılarda ezberciliği ortadan kaldırması bakımından önemlidir ancak merkezi bir sınavda açık uçlu sorular ölçme ve değerlendirme bakımından şaibeleri beraberinde getirecektir. Bu sistemin tek olumlu yanı ise6, 7 ve 8. sınıf yılsonu başarı puanlarının aritmetik ortalamasının yüzde 30’nun liselere girişte etkili olmasıdır. Bu durum öğrenciyi okuldan kopmasını engelleyecek, okula devamını sağlayacak bir uygulamadır. Bu sistem ile ilgili sınav güvenliğine yönelik endişeler de dikkate alınmalı, KPSS ya da diğer sınavlarda yaşanılan skandallar bu sınavlarda asla yaşanmamalıdır. Aksi takdirde çocuklarımızın çok genç yaşta güven duyguları zedelenecek, şaibe kavramının altında ezileceklerdir.

SÖZLÜ SINAV ŞAİBELERİ BERABERİNDE GETİRİYOR,  HAK EDEN DEĞİL, TORPİLLİLER OKUL MÜDÜRÜ OLUYOR.

Bakanlık her yaptığı işte olduğu gibi yönetici atamalarını da eline yüzüne bulaştırdı. Yeni Yönetici Atama Yönetmeliği yazılı sınava ek olarak sözlü sınav uygulaması getirdi. Sözlü sınavın sakıncalarını anlatmamıza rağmen, Bakanlık eleştirileri görmezden geldi. Nitekim yönetmelik yayınlandıktan kısa bir süre sonra endişelerimizde ne kadar haklı olduğumuz ortaya çıktı. Yönetmelikte getirilen sözlü sınav uygulaması ile birlikte milli eğitim tarihindeki en büyük torpilli atamalara imza atılmaktadır. Bazı adaylara, yazılı sınavdan yüksek puan almasına, yani mesleki yeterliliğini kanıtlamasına rağmen, sözlü sınavda düşük puan verilmekte; bazı adaylara da yazılı sınavdan düşük puan almasına rağmen sözlü sınavda torpilli puanlar verilmektedir. Dolayısıyla ideolojik ve keyfi uygulamalar neticesinde yönetici kadrolarına hak etmeyenler atanmaktadır. Müdür koltukları artık resmen yandaşlara satılığa çıkarılmıştır. İktidarı yıkayıp, yağlayan, ideolojileri birbiriyle örtüşen, aynı siyasi tutumlara sahip olanlara koltuklar emanet edilmektedir. Burada ehil olmak, bilgi ve tecrübe sahibi olmak hiç önemli değildir.  Artık okul müdürlerinin bir kısmı o makamlarda bileğinin hakkıyla değil, bir yerlerden gelen talimatlarla oturmaktadır. Ehil olmak, yerini yandaş olmaya bırakmıştır. Yandaş sendikanın üyeleri alenen kayırılmaktadır. Ses ve görüntü kaydının olmadığı bu mülakat sınavlarında şaibeler peşi sıra gelmektedir. Zaten yazılı sınavla mesleki yeterliliğini kanıtlayan kişilere sözlü sınav yapmak, ‘sen istediğin kadar yüksek puan al, ben adamımı alırım’ anlayışının tezahürüdür. Örnek vermek gerekirse; Hatay’da yazılı sınavda 92 puan alarak Hatay il birincisi olan Türk Eğitim-Sen üyesine sözlü sınavda 42 puan verilmiş ve bu yönetici adayı Hatay ilinde en düşük sözlü sınav puanı alan kişi olmuştur. Ancak aynı sınavda komisyon üyesi olan bir kişi ile akrabalığı olan bir adaya ise sözlü sınavda 99,20  puan verilmiştir. Bursa’da yazılı sınavı kazanıp mülakata giren 214 idareci adayından 90 üzeri en yüksek puan verilen 75 adaydan 71’i yandaş sendika mensubudur. Eskişehir’de yazılı sınavdan 87 puan alan Türk Eğitim-Sen üyesine sözlü sınavda 67 puan verilmiş; yazılı sınavdan 72 puan alan yandaş sendikanın üyesine ise sözlü sınavda 93 puan verilmiştir. Bu durum İzmir, Denizli ve daha birçok ilde yaşanmaktadır.

Ayrıca bazı izan yoksunu kimseler de makam dağıtıldığı için sendikalarından istifa ederek, yandaş sendikaya geçmektedir. Kendisini pazarlayan, makam-mevki için yapmayacakları kalmayan bu insanlar, öğretmenlik mesleğinin de yüz karalarıdır. Çocuklarımıza doğruluğu, dürüstlüğü, özü sözü bir olmayı öğretmesi gereken kimi öğretmenlerimizin, böylesine şereflerini ayaklar altına alacak şekilde davranması kabul edilebilir değildir. Zaten böyle kimselerin sendikamız çatısı altında olmaması da isabetlidir. Bu minvalde, sendikamızın elbette yaşananlara seyirci kalması beklenemez. Türk Eğitim-Sen şaibelerin yaşandığı illeri tek tek deşifre etmekte, şubelerimiz il milli eğitim müdürlükleri önünde eylemler yapmaktadır. Bu vebalin sorumlusu Milli Eğitim Bakanı Nabi Avcı ile yandaş kayırmacılığı önde tutan il milli eğitim müdürlükleridir. Türk Eğitim-Sen, gerekirse yüzlerce yönetici adayı ile birlikte Bakanlığın kapısına da dayanacak ve bu işin sorumlusu olan Milli Eğitim Bakanı Nabi Avcı’yı protesto edecektir. Bu süreçte sendikamız, Yönetici Atama ve Yer Değiştirme Yönetmeliği’ne Danıştay nezdinde dava da açmıştır. Hukukun üstünlüğüne inanan sendikamız, yargının bu yönetmeliğini iptal edeceğine ve tüm torpilli atamaların iptal edileceğine inanmaktadır.

 ALAN DEĞİŞTİRENLERDEN İSTEYENLERE ÇALIŞTIĞI YERDE ESKİ ALANINA DÖNÜŞ HAKKI TANINMADI

Geçtiğimiz yıl hem yeni eğitim sistemi nedeniyle norm kadro fazlası olan hem de il/ilçe emri uygulamasının kaldırılması ve özür grubu tayinlerinin yılda bir kez yapılması dolayısıyla mağdur olan öğretmenlere alan değişikliği hakkı getirilmişti. Ancak senelerce okuttukları alan yerine zorunluluktan dolayı hiç tecrübe ve birikim sahibi olmadığı alana geçen öğretmenlerimizden bazıları alanlarında mutlu, verimli ve başarılı olamayınca sendikamız, alan değiştiren öğretmenlerimizden isteyenlere çalıştığı yerde eski alanlarına geri dönüş hakkı tanınmasını istemişti. Bakanlık da 2013 yılı alan değişikliği döneminde öğrenimi dışında diğer alanlarda çalışan öğretmenlerin, öğrenim durumlarına göre geçebilecekleri alanlarda ihtiyaç çerçevesinde durumlarının değerlendirileceğini söylemişti. Hatta MEB Müsteşarı Yusuf Tekin de “Branş değişikliği yapıp tekrar sınıf öğretmenliğine geçmek isteyenler için de bir kontenjan ayıracağız” demişti. 2013 alan değişikliği işlemleri MEB'in atama ve yer değiştirme takviminde bulunmasına rağmen MEB sözünü tutmadı. Okulların açılmasına 2 gün kala bu öğretmenlerimiz mağduriyetleri ile baş başa bırakılmıştır. Bakan’ın ve MEB Müsteşarının verdiği sözü bu kadar çabuk unutması anlaşılır gibi değildir. Alan değiştiren öğretmenlerimizden isteyenlere çalıştığı yerde eski alanına dönüş hakkı tanınması herhangi bir keşmekeşe yol açmayacağı gibi öğrencilerimiz ve öğretmenlerimiz için son derece verimli olacaktır.

Öte yandan Danıştay, il içi alan değişikliğinde sınıf öğretmenlerinin Zihin Engelliler Sınıfı Öğretmenliği ile Teknoloji ve Tasarım Öğretmenliğine ve diğer alan öğretmenlerinin Teknoloji ve Tasarım Öğretmenliğine geçişlerini iptal etti. Bu durum, alan değişikliği yapmış olan öğretmenlerimizin atamalarının iptal edilerek, eski görev yerlerine ve eski alanlarına döndürülmesi anlamına gelmektedir. MEB de bu öğretmenlerin önceki alanlarına ve görev yerlerine döndürüleceklerini açıkladı. Bakanlığın plansızlıkları, öngörüsüzlüğü, eğitimcilerin ve sendikaların taleplerine gözlerini kapatması nedeniyle telafi edilemez hatalar yapılmaktadır. Bu noktada talebimiz; il içinde bu öğretmenlerimizin eski görev yeri olan yerleşim birimleri yerine halen görev yaptıkları yerleşim biriminde bulunan eski alanlarındaki münhal kadrolara atanmalarının sağlanmasıdır. Aynı dava iller arası alan değişikliği için de açılmıştır. Şayet Danıştay bunu da iptal ederse, yüzlerce öğretmen bu kez il değiştirmek zorunda kalacak, kurdukları düzenlerini bozacaktır. Bu noktada MEB, öğretmenlerimizi bulundukları ilde eski alanlarına döndürülmelidir.

 MEB; İVEDİLİKLE 3 BİN BOŞ KONTENJANA ATAMA YAPMALI, 2013 YILI SONA ERMEDEN 2 BİN ATAMA BORCUNU ÖDEMELİ, 2014 YILININ ŞUBAT AYINDA DA EN AZ 40 BİN ATAMA YAPMALIDIR.

Milli Eğitim Bakanlığı 2013 yılı için 40 bin öğretmen ataması yaptı, ancak 3 bin kontenjan boş kaldı. MEB, boş kalan kontenjanlara atama yapılacağını açıkladı. 3 bin kontenjanın boş kalması, 60 puan barajını getiren Bakanlığın bile bile lades demesi anlamına gelmektedir. Ayrıca öğretmen atamalarında adil bir kontenjan dağılımı olmamış, ihtiyaç olan birçok alana atama yapılamamış ya da atama sayısı yetersiz kalmıştır. Bakanlık tarafından belirlenen 40 bin atama sayısının yetersiz olduğunu, Bakanlığın yeni sistem dolayısıyla öğretmen açığını kapatmak için 100 bin öğretmen atama yapması gerektiğini belirtsek de, ne yazık ki uyarılarımız dikkate alınmadı. Üstelik Milli Eğitim Bakanı Nabi Avcı daha önce yaptığı açıklamada 42 bin öğretmen ataması yapılacağını söylemişti. 3 bin boş kontenjana atama yapılacağını varsayarsak, Bakanlığın 42 bin sözünü tutmaması, 2 bin eksik atama yapması öğretmenlerimize büyük bir haksızlık olmuştur. 2 bin atamanın MEB için bir önemi olmasa da, 2 bin sayısı yüksek görünmese de, 2 bin atama gencin hayalleri, umutları anlamına gelmektedir. Dolayısıyla Milli Eğitim Bakanlığı 2013 yılı sona ermeden 2 bin atama borcunu ödemelidir.

Maliye Bakanlığı’nın verdiği rakama razı olan Milli Eğitim Bakanı Nabi Avcı, kendinden önceki bakanlar gibi öğretmen atamaları konusunda eğitim camiasını memnun edecek bir duruş sergileyememiştir. Oysa Bakan Avcı’nın öğretmen atamaları gibi çok önemli bir meselede Başbakan’ı ikna edebilmesi ve ciddi bir öğretmen ataması yapması gerekirdi. Her şeyden önce öğrencilerimizin bir kısmı ücretli öğretmenlere emanettir. Türkiye genelinde ücretli öğretmen sayısının 60 bine yakın olduğu, öğretmenlik formasyonu olmayan, iki yıllık ya da açık öğretim fakültesi mezunlarının bile ücretli öğretmenlik yaptığı göz önüne alındığında ve bazı illerimizde ücretli öğretmenlerin terör örgütünün propagandasını yaptığı eski Bakan tarafından dile getirildiği düşünüldüğünde, öğretmen atamalarının önemi bir kez daha karşımıza çıkmaktadır. Öte yandan önümüzde yerel seçimler vardır. Seçimler ise iktidar için büyük önem arz etmektedir. Bu nedenle ataması yapılmayan öğretmenler yerel seçimlerden önce, 2014 yılının Şubat ayında en az 40 bin öğretmen ataması yapılması için her türlü gayreti sarf etmelidir. Sendika olarak ataması yapılmayan öğretmenlerin bu mücadelesine dün ve bugün olduğu gibi yarın da destek vereceğimizden kimsenin kuşkusu olmamalıdır. Türk Eğitim-Sen olarak talebimiz; MEB’in ivedilikle 3 bin boş kontenjana atama yapması, 2013 yılı sona ermeden 2 bin atama borcunu ödemesi ve 2014 yılının Şubat ayında 40 bin öğretmen ataması yapmasıdır. Şubat ayındaki atamalar hiçbir şekilde 2014 yılının Ağustos ayında yapılacak atamalardan eksiltilmemelidir. Türk Eğitim-Sen olarak doğru bilgilendirilme ve eğitimin içinde bulunduğu durumun tüm çıplaklığıyla anlatılması durumunda Başbakan’ın Şubat ayında en az 40 bin atamaya vize vereceğine inanıyoruz.

 MEB’İN PLANSIZLIĞI ÖĞRENCİLERİ AÇIK LİSELERE YÖNLENDİRDİ.

Milli Eğitim Bakanlığı’nın öngörü sahibi olmaması nedeniyle bu yıl öğrencilerimiz büyük bir mağduriyet yaşadı. SBS ile Anadolu liselerine yerleştirilemeyen yüz binlerce öğrenci mecburi olarak meslek liseleri, imam hatip liseleri, ÇPL, özel lise ya da açık liseyi tercih etmek zorunda kaldı.          Çocukları örgün eğitimden uzaklaştıran, yüz yüze eğitimden mahrum bırakan, okul havasını solumasına engel olan açık lisenin bir alternatif olarak sunulması büyük bir hatadır. ÇPL’lerde her yerde bulunmamaktadır. Dolayıyla daha önceleri isteyen öğrencilerin kayıt yaptırdığı meslek liseleri ve imam hatip liseleri bazı öğrenciler için zorunluluk haline geldi. İstanbul Milli Eğitim Müdürü meslek liselerinde genel lise programı açarak ya da her yere ÇPL açarak bu soruna çözüm bulduklarını belirtse de, okulların açılmasına iki gün kalmıştır ve sorun hala gün gibi ortada durmaktadır. Her ilin açıkta kalan öğrencileri yerleştirecek tedbirleri alması istenerek, iller kaderine terk edilmiştir. Bakan ya da Müsteşar bu konuyla ilgili ne tür tedbirlerin alındığına dair yazılı ya da sözlü bir açıklama yapmamıştır. Üstelik meslek liseleri içinde genel lise programı açmak ne kadar mümkündür? Bu öğrencilere ders verecek kadro nasıl belirlenecektir? Meslek liselerinin kapasiteleri genel lise öğrencilerini de taşıyabilecek durumda mıdır? Boş derslikler var mıdır? Okulların alt yapısı buna uygun mudur?

Okullar yamalı bohçaya dönmüştür. Bu noktada yapılması gereken ihtiyaçlar ölçüsünde genel liselerin yeniden açılmasıdır. Tabi, MEB’in genel lise yapabileceği binaların olup, olmadığı da soru işaretidir. Bakınız; MEB 2012-2013 eğitim istatistiklerine göre, derslik başına düşen öğrenci sayısı İstanbul’da ilkokul ve ortaokulda 43, ortaöğretimde 37, Bursa’da ilkokul ve ortaokulda 35, ortaöğretimde 34, Adana’da ilkokul ve ortaokulda 39, ortaöğretimde 38, Şanlıurfa’da ilkokul ve ortaokulda 48, ortaöğretimde 38, Diyarbakır’da ilkokulda 42, ortaöğretimde 46’dır. Tabi bu rakamlar il genelinin ortalamasını yansıtmaktadır. Özellikle belli bölgelerimizde ve büyükşehirlerimizde ortalamanın çok üzerinde kalabalık sınıf mevcutları bulunmaktadır. Hatta bazı sınıflarımızda sınıf mevcudu 60-70’e kadar ulaşmaktadır. Öte yandan Bakanlık, boş kalan61 bin kontenjana, yerleştiği okuldan memnun olmayan ve açıkta kalan öğrencileri yerleştirmeye çalışacağını belirtmişti. Bu durum, açıkta kalan öğrencilerin çok küçük bir kısmını memnun edebildi. Peki, geriye kalan öğrenciler ne oldu? Hiçbir planlama yapmadan, yaşanabilecek olası sonuçları öngörmeden tüm liseleri Anadolu liselerine dönüştürmek nasıl bir mantığın ürünüdür? Öğrencileri 4+4+4 sistemi ile mağdur eden, anaokulu çağındaki çocukları ilkokul birinci sınıfa başlatarak öğrencilerde travmalara yol açan, eğitimin dokusuyla sık sık oynayarak hallaç pamuğu gibi dağıtan Bakanlık ne zaman aklı başında uygulamalara imza atacaktır?

ÖĞRETMENLERİN İSTEDİKLERİ İLDE YÜKSEK LİSANS YAPMASININ ÖNÜNE ENGEL KONULMASINI KABUL ETMİYORUZ.

Eski Bakan Ömer Dinçer akademisyen kimliğe sahip olmasına rağmen öğrenim özrünü özür grubu tayinleri arasından çıkarmıştı. Sendika olarak buna karşı çıkmış öğretmenlerin haklarının gasp edilemeyeceğini kamuoyuna deklare etmiştik. Milli Eğitim Bakanı Nabi Avcı’nın bu konuya Dinçer kadar katı bakmayacağını düşünmüş, öğrenim özrünü yeniden özür grubu tayinleri arasında yer alacağına inanmıştık. Ancak akademisyen olan Bakan Avcı da bizi şaşırtarak, özür grubu tayinlerini yönetmelikten çıkardı. Oysaki öğrenim özrü tayini isteyen öğretmenlerin sayısının arttığı söylense de, 800 bin’e yakın öğretmenin görev yaptığı Bakanlıkta öğrenim özrü tayini isteyenlerin sayısı toplu iğne başı kadardır. Ayrıca öğrenim özrü daha önceleri özür grubu tayinleri arasındaydı ve hiçbir problem yaşanmıyordu. Bugün ne oldu da öğrenim özrü, eş durumu ya da sağlık özrü tayinlerini olumsuz etkiler hale geldi? MEB yetkililerinin açıklamaları gerçeği yansıtmadığı gibi, minareyi kılıfına göre uydurma gayretidir.

Öte yandan, iller arasında eş ve sağlık özrü tayini isteyen öğretmenlerin mağduriyetleri giderilmiştir. Bu noktada Bakanlığa teşekkür ediyoruz. Ancak il içi özür grubu tayinlerinde sorunlar devam etmektedir. Öğretmenlerin ailelerinin yaşadıkları yer ile görev yaptıkları okul arasında 100-200 km. bulunmaktadır. Bu, bazı yerlerde iki il arasındaki mesafeden bile fazladır. Dolayısıyla il içi özür grubu mağdurlarına da yer değişikliği hakkı tanınmalı ve il içi özür tayinleri bir an önce yapılmalıdır. Ayrıca önümüzdeki yıllarda da aynı soruların yaşanmaması için Milli Eğitim Bakanlığı özür grubu tayinlerini yılda iki defaya çıkarmalı ve il/ilçe emrini mutlaka getirilmelidir. İl/ilçe emri geri getirilmediği sürece her yıl öğretmenler aynı stresi yaşayacaktır.

Şunu da belirtmek isteriz ki; Öğretmen Atama ve Yer Değiştirme Yönetmeliğine göre il içi sıralar Haziran ve Ağustos aylarında birer kez işletilmekte ve Ağustos ayı sonu itibariyle iptal edilmektedir. Ancak Bakanlık tarafından öğretmenlerin il içi yer değiştirme döneminde bu konuda herhangi bir açıklama yapılmamış ve dolayısıyla sıralar çalıştırılmamıştır. İl içi tayin isteyen ancak tayini çıkmayan öğretmenler sıralar çalıştırıldığında ihtiyaç bulunan eğitim kurumlarına yer değiştirebilecektir. Bu nedenle sendikamız, birinci yarıyıl sonu itibariyle il içi sıraların bir kez daha çalıştırılmasını talep etmektedir.        

EĞİTİM ÇALIŞANLARI KARIN TOKLUĞUNA ÇALIŞIYOR

Eğitim çalışanları ne yazık ki sefalet zamlarına mahkûm edilmektedir. Son yapılan toplu sözleşmede memurlara 2014 yılı için 123 TL zam yapılmış, öğretmenlerin eğitim-öğretim tazminatları sadece brüt 75+75 TL artırılmıştır. Oysaki öğretmenlere yıllardır hiç iyileştirme yapılmamış, iki yıldır ek ödemeleri artırılmamıştı. Toplu sözleşmelerde akademisyenlere de hiçbir ek artış verilmemiştir. Türkiye’de öğretmenler yılda 11 bin 561 ile 13 bin 208 dolar arasında kazanmaktadır. OECD ülkeleri ortalamalarına göre  ilkokulda görev yapan bir öğretmenin maaşı yılda 28 bin 523 dolar ile 45 bin 100 dolar arasında değişmektedir. (OECD ülkelerindeki maaşlar satın alma gücü paritesine göre hesaplanmıştır.) Bu, Türkiye’deki maaşlar ile OECD ülkelerinin maaşları arasındaki uçurumu göstermesi bakımından önemlidir. Eğitim çalışanları aza tamah etmekte, enflasyona ezdirilmektedir. 4 kişilik bir ailenin asgari geçimi için gereken miktar 3 bin 600 TL olduğu dikkate alındığında şef, daktilograf, hizmetli, memur, öğretmen, akademisyen, teknisyen v.b. eğitim çalışanlarının karın tokluğuna bile çalışmadığı görülecektir. Türkiye’nin dünyanın 16. büyük ekonomisi olduğunu söyleyip, bununla övünenler hiç mi eğitim çalışanlarının ve devlet memurlarının durumunu görmemektedir?

Görüldüğü gibi yeni eğitim-öğretim yılı birçok sorunla başlamaktadır. Türk Eğitim-Sen olarak tüm eğitim çalışanlarımızın ve öğrencilerimizin yeni eğitim-öğretim yılını tebrik ediyor; başarılar diliyoruz. Umuyoruz ki; bu yıl sorunların asgariye indirildiği, eğitime yapılan yatırımların artırıldığı ve ülkeyi yönetenlerin eğitimin ülkemizin bel kemiği olduğunu kabul ettiği, bu nedenle eğitime ayrı bir önem atfettiği bir yıl olur”.

        

Bu haber 804 kez okunmuştur.
  Yükleniyor...