Türkocağı sohbetinde “Hukuk Devleti” konuşuldu

20 Ocak 2014 15:55

Türkocakları Isparta Şubesi Cuma sohbetinin konusu”Hukuk Devleti”, konuğu ise Baro Başkanı Av.Gökmen Gökmenoğlu oldu.Türkocağı Turan Yazgan konferans salonundaki sohbet yoğun katılımla 1,5 saat sürdü.Ocak başkanı Op.Dr.Levent Başyiğit’in hoş geldiniz ve Genel Merkezin Ocak ayında tüm şubelerin ortak faaliyet konusunun hukuk Devleti olduğunu belirten konuşması sonrası ,SDÜ lü bir kız öğrenci  Türkocağı eski Genel başkanlarından Prof.Dr.Osman Turan’ın 36 sene önce bugün hakka yürüdüğünü belirterek kısa öz geçmişini okudu.Sohbetine başlayan Gökmenoğlu özetle şöyle dedi:

Konumuz hukuk devleti;  özellikle son günlerde yaşanan olaylar neticesinde herkesin ağzından düşürmediği ancak, herkesin kendine göre yorumladığı bir konu.Beni konuk olarak davet eden başta Türk Ocakları Isparta Şube Başkanı ve yöneticileri ile siz katılımcılara teşekkürü bir borç bilirim. Böylesine önemli bir konunun tartışıldığı mekanın da Milli bir mektep olan Türk Ocaklarının olması da çok anlamlı ve benim için çok önemli. Sayın başkanımız beni davet eder etmez  teklifini seve seve hemen kabul ettim. Türk Ocaklarının faaliyetlerini çok yakında takip ediyor ve takdir ediyorum.

Hukuk devletinin ana teması hukuk'tur.Hukuk, bir toplumda yaşayan gerçek ve tüzel kişileri bağlayıcı niteliğe sahip, hak, yetki ve sorumluluklarla, kişi ve kurumlar arası ilişkileri düzenleyen kamu otoritelerinin denetlediği yaptırım gücüne sahip yazılı yahut sözlü kuralların tümüdür. Hukuk nereden çıkmıştır sorusunu yanıtlamaya çalıştığımızda hukukun; insanların topluluklar halinde bir arada huzurlu, mutlu ve barış içinde yaşamak için bir takım kurallara ihtiyaç duymalarından diyebiliriz.

Demokrasiyi içselleştirmek diye çok isabetli bir tabir var. Demokrasi; batının kendi tarihsel siyasi gelişiminin ortaya çıkardığı bir yönetim biçimidir. Batı da iktidarla ilgili her zaman bir mücadele yaşanmış. Kiliseyle kraliyet aileleri, asilzadeler, derebeyleri arasında tarih boyunca sıkı bir rekabet ve kavga hep olagelmiş. Bizim gibi doğu toplumlarında ve İslam coğrafyasında ise durum farklı. Biz de bu tür bir rekabet hiç yaşanmamış. Hükümdarın egemenliği kimseyle paylaşmadığını ve bu manada kurumsal bir rekabetinde yaşanmadığını görüyoruz. Bu nedenle aslında bize ait olmayan ve bizden olmayan bu kavramı benimsemede, bunu bir yaşayış ve davranış biçimi olarak kabul etmede zorlanıyoruz. Demokrasi ve insan hakları eğitimi vermek dahi yıllarca kimsenin aklına gelmemiş.

Türk tarihinde demokrasi mücadelesi1876’da Kanuni Esasi ile başlamış ancak, bu mücadele hep yoğun bakımda kalmıştır. Bu gün iktidarla muhalefet partileri arasında ki kavganın, husumetin aynısı, yüz yıl evvel de vardı. Hukuk Devleti ilk olarak T.C tarihinde 1961 ve devamında 1982 Anayasalarında yer almıştır. Türk siyasi tarihi çok köklü bir parlamenter demokrasi geleneğine sahip olmakla birlikte, aslında sorun iktidardakilerin Anayasal ve hukuki sınırlandırma ile denetimi istememeleri, muhalefeti meşru görmemeleridir.

Hukuk devleti- kanun devleti ayrımı nedir?

Hukuk devleti ile kanun devleti son zamanlarda sıkça karşılaştırılan iki devlet modeli olarak karşımıza çıkmaktadır. Ancak hukuk devletini tanımlamak ve sınırlarını belirlemek kanun devletine göre nispeten daha kolaydır. Hukuk devletinin temel özellikleri tüm siyasal sistemlerde ve toplumlarda hemen hemen aynıdır. Oysa kanun devleti olarak isimlendirilen devlet yönetimi dünyanın değişik ülkelerinde değişik şekillerde görülebilmektedir.

Genel olarak üç tür devlet modelinden söz edilebilir:

1-Devleti, temel hak ve hürriyetlerin hizmetine sokan model,

2-Devleti, bir ideoloji ya da dini referansın hizmetine sokan model

3- Devleti, yöneticilerin hizmetine sokan model.

Birinci model hiç kuşkusuz hukuk devletini anlatmaktadır. Diğer iki devlet modeli ise hukuk devletinden ayrılmaktadır. Hukuk devletinin temel felsefesi sistemin tüm aygıtlarını insanın hizmetine sokmasıdır. Bu anlamda bürokrasi, ordu, siyasal partiler, dernekler, kanunlar, ekonomik hayat, kısaca tüm resmi ve gayri resmi kurumlarıyla sistem bireylerin hizmetine girer; onların temel hak ve hürriyetleri ve mutluluğu ilkesine göre işler. Birey bu sistemlerde ulus, devlet, vatan, cemaat gibi kolektif varlıklardan önce gelir; hatta bu varlıkların üzerinde yer alır. Bu sistemde yöneticilerin devlet otoritesine sahip olmaktan kaynaklanan her hangi bir üstünlüğü yoktur. Hukuk devleti bu temel felsefeden hareketle kanun devletinden çok farklı uygulamalara sahiptir. Hukuk devleti her şeyden önce eşitlik ilkesine dayanır. Tüm bireyleri ayni insani öze sahip olarak kabul eder ve buradan hareketle insanlar arasında ayrım yapmaz. Bununla birlikte devletin bütün kurallarını, faaliyetlerini ve kurumlarını hukukun üstünlüğü ilkesine dayandırır. Başka bir deyişle, hukuk devleti ilkesine göre işleyen bir toplumda tabii hukukun gereği olarak temel hak ve hürriyetlere aykırı yasa üretilemez. Yasalar yönetici elitin topluma hibe ettiği bir bağış değil; aksine toplumun kendi temsilcileri aracığıyla tabii hukukun ışığı altında formüle ettiği kurallardır.  Dolayısıyla, yasaların temel hak ve hürriyetleri esas alması ve toplumun rızasına dayanması şarttır. Hukuk devletinde yasalar yaptırımcı değil, yapıcıdır; daraltıcı değil, genişleticidir; yasaklayıcı değil, özgürleştiricidirler. Hukuk devletinde yasaların kabul ettiği temel ilke “özgürlüklerin esas, sınırlamaların ise istisnai” olmasıdır. İstisnai bir durum olmadıkça temel haklar ve özgürlüklerle ilgili bir sınırlama getirilemez.

Hukuk devletinin aksine, kanun devletinde en üstün değer devlettir. Devlet hem hukukun yapıcısı, hem kaynağı, hem de koruyucusudur. Devlet yöneticileri birer “ölümlü tanrı” olarak kabul edilir. Onların tanrıdan farkları ölümlü olmalarıdır. Bu bakımdan devlet yöneticilerinin beyanları, emirleri, buyrukları kanunlar için önemli bir referans olarak kabul edilir. Kanunlar toplumun temsilcileri tarafından yapılsa dahi devletin tayin ettiği çerçevenin dışına çıkamaz. Bu anlamda kanun devletinde yasaların amacı özgürleştirmek, temel hak ve hürriyetleri genişletmek ve koruma altına almak değil;  devlete sorgulanamayan bir kutsallık atfetmek ve devlet otoritesini bu kutsallık üzerinden topluma hakim kılmaktır. Bununla birlikte kanun devletinde tabii hukuk ve toplumsal rıza yerine geçen şey yöneticilerin emir ve buyruklarıdır. Dolayısıyla kanun devleti, hukuk devletindeki tabloyu tersine çevirir. Hukuk devletindeki en üstün değer olan hukukun yerine, devlet ve devletle özdeşleşmiş olan yöneticilerin iradesini geçirir. Kanun devleti ayni zamanda insani esas almadığı için insanlar arasındaki eşitlik ilkesine de fazla itibar etmez. Burada rejimin dostları ve düşmanları vardır

Türkiye cumhuriyeti anayasasının 2. maddesinde cumhuriyetimizin temel nitelikleri arasında hukuk devleti vurgulanmış.“Türkiye Cumhuriyeti, toplumun huzuru, milli dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan haklarına saygılı, Atatürk Milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devletidir” denilerek anayasamıza değiştirilemeyecek maddelerden olduğu da tescillenmiştir. Kaldı ki anayasa mahkemesi de hukuk devletini birçok kararında tanımlamıştır. Konumuz hukuk devleti ve yargı bağımsızlığı olunca ilk önce zihnimizde oturması gereken unsurlardan biride kuvvetler ayrılığıdır. Kuvvetler ayrılığı ilkesi anayasamızın başlangıç kısmının da 7-8-9. maddelerinde  “kuvvetler ayrımının, devlet organları arasında üstünlük sıralaması anlamına gelmeyip, belli devlet yetki ve görevlerinin kullanılmasından ibaret ve bununla sınırlı medenî bir işbölümü ve işbirliği olduğu ve üstünlüğün ancak anayasa ve kanunlarda bulunduğu şeklinde tanımlanmıştır. Anayasanın 9. Maddesinde de “yargı yetkisinin bağımsız mahkemelerce kullanılacağı açıkça ifade edilmiştir. Kuvvetler ayrılığının ilk mucidi de montesqu dur. “Devleti yönetme gücünün tamamının bir kişi veya bir grupta toplanmasının mutlakıyete yol açacağı endişesi ile Devlet gücü; yasama, yürütme ve yargı olarak üçe bölünerek bir iş bölümü tesis edilmiş ve mutlakıyet önlenmeye çalışılmıştır. Dünyada ki ilk uygulama da 1787 ABD Anayasasıdır.

1- Yürütme: Siyasi iktidar; yargının kendi üzerinde ki denetimini kabul edemiyor. Yürütme faaliyetinin hiçbir şekilde yargısal denetime tabi olmamasını istiyor. Dikkat ederseniz siyasetçileri geçmişten bu güne yasama ve yürütmenin yargı tarafından kuşatıldığını iddia ede gelmişlerdir. Anayasa mahkemesi ve Danıştay’ın kararlarına karşı her zaman ölçüsüz tepkiler verildiğini görürüz. İktidarlar her zaman yargısal denetimi ortadan kaldıracak çözümler ararlar. Yargıyı istedikleri şekilde yönlendirmeyi ve şekillendirmeyi, yargısal denetimi ortadan kaldıracak dolambaçlı hileli yöntemler icat etmeyi meziyet zannederler.

2-Yasama :TBMM; ise siyasi partiler kanunu, seçim kanunu ve meclis iç tüzüğü nedeniyle liderin kölesi olmuş, iradesini kullanamayan milletvekillerinden oluşuyor. Aslın da demokrasimizin en büyük sorunu ne başkanlık sistemi, nede anayasadır. Türk demokrasisinin önünde ki en büyük engel, siyasi partiler kanunudur. En antidemokratik yasa siyasi partiler kanunudur. Delege olabilmek il başkanının iki dudağı arasındadır. Milletvekili adaylığı tamamen liderin inisiyatifindedir. Dünyanın hiçbir demokratik ülkesinde grup kararı diye bir garabet yoktur. Grup kararına uymadığı için yeminine sadık kalarak inandığı şekilde hareket ettiği için partiden kovulan, aday gösterilmeyen milletvekillerini gözümüzün önüne getirelim.Yasama organı özellikle son dönemlerde, yürütmenin hazırlayıp önüne koyduğu kanun tasarılarının onay mercii haline gelmiş durumda. Yasalar usulen tartışılıp, geldiği gibi geçiyor. Bu açıdan ciddi bir sıkıntı var.

3-Yargı :Mahkemeler; her şeyden ve herkesten üstün gören yargıçların verdiği hukuk dışı, insan haklarına aykırı kararlar toplum vicdanında derin yaralar açmıştır. Yargı çoğu zaman siyasi güç kavgasının bir aracı olmuştur. Yasama ve yürütmenin faaliyetlerini, hukuki değil siyasi ve ideolojik nedenlerle engellemek için uğraş da verdikleri olmuştur ve olmaktadır da. Egemenliğin sahibi olan Türk Milleti adına yasama yani kanun yapma yetkisi TBMM’ ye aittir. Bu yetki halk egemenliğinden kaynaklansa da sınırsız değildir. Kanunların anayasa’ya aykırı olmaması gerekir. Yasamayı bu yönden denetlemek yargının, yani anayasa mahkemesinin görevidir. Bu yetki de sınırsız değildir. Yürütme ise yasamanın kanunlarla koyduğu sınırlar içinde idari tasarruflarda, bulunmalıdır. Bu yetki de yargının denetimine tabidir. Yargı anayasal sınırlar içinde idari işlemlerin anayasa ve kanunlara uygunluğunu denetler. Yargı  yasama ve yürütmenin her türlü eylemlerine karşı hukuk adına son sözü söyler. Bu son sözün sınırı yasanın özüdür, hukuktur. Sınırlı da olsa çok büyük bir güçtür. Bunun için çağlar boyunca bütün medeniyetlerde iktidarlar yargıyı ele geçirmek istemiştir.

Yargı bağımsızlığı :Yargı bağımsızlığının en mükemmel tanımını anayasa mahkemesi  08.09.1989 ve  27.04.1993 tarihli  kararlarında dile getirmiştir. Hiç bir devlet organı, makam yada kişinin, yargı yetkisini kullanılmasında yargıçlara ve mahkemelere müdahale edememe ilkesidir. Hukuk devleti ilkesinin önemli bir öğesi de yargı bağımsızlığıdır. Ayni zamanda güçler ayrılığı ilkesinin de özünü oluşturur. Anayasamızın 138 ve 139. maddeleri ile de yargı bağımsızlığı teminat altına alınmıştır. HSYK’ da yapılan müdahaleler ve yapılması planlanan değişiklik teklifleri yargı bağımsızlığını ortadan kaldırmaya yönelik olduğunu üzülerek belirtmek isterim

Yargıç Bağımsızlığının temel noktaları;Yargının bağımsız olması kadar, görev yapan yargıçların  da bağımsız olması gerekir.Yargıç bağımsızlığının temelinde ise; Devlete, Topluma, Kendisine karşı, bağımsızlığı vardır.Yargı kararlarına Sami Selçuk diyor ki “Yargıçlar yasalara göre hüküm kurarlar, hükmedemezler.” Sokrates diyor ki “Yargıcın görevi adaleti lütfetmek değil herkesin hakkini vermek, kendi keyfine göre değil yasalara uyarak hüküm kurmaktır.” Önemli bir nokta da, yargıçların ülkeyi, siyaseti, toplumu korumak ve kurtarmak görevleri yoktur. Onların tek görevi her ne şartla ve ne pahasına olursa olsun hukuku kurtarmaktır. Aksi durum yargıçların hükmetmesi olur ki bu yargıçlar diktası yani jüri strokrasidir. Anayasanın 139. maddesi hâkimlik teminatını düzenlemiş ve hâkimlerin görevlerinden doğan suçlarla ilgili ceza ve disiplin soruşturmaları özel bir prosedüre tabi kılınarak HSYK iznine tabi kılınmıştır. Yine hâkimlerin zararlarından doğan tazminler için ancak bakanlığa dava açılabilmektedir.

Peki Referandum ile yapılan son anayasa değişikliği ne getirdi. Çok olumlu şeyler söylemeye ne yazık ki yine imkan yok.

Bizler Referandum ile yapılan son  anayasa değişikliğiyle oluşan HSYK ' deki düzenlemeleri yeterli bulmazken son günlerde yapılmak istenen HSYK Kanun değişikliği yargı bağımsızlığına, yargıç bağımsızlığına ve dolayısı ile hukuk devletine vurulmak istenen büyük darbenin bir göstergesidir. Adalet bakanının, HSYK’ nın başkanı olmasına,müsteşarın doğal üyesi olmasına karşı çıkarken son yapılması düşünülen değişiklik ile HSYK’  nın adalet bakanlığına, dolayısı ile yargının yürütmeye bağlı bir kurum haline getirilmeye çalışılması manidardır. Adli Kolluk Yönetmeliğinde yapılan değişiklik ile idarenin, resmen savcıların amiri haline getirilmeye çalışılması, kuvvetler ayrılığı ilkesinin, dolayısı ile Hukuk Devletinin yok edilme isteği olduğunun göstergesidir. Hukuk Devletinin; bireyin temel hak ve hürriyetlerinin teminatı olduğunu,Yargı bağımsızlığı olmaksızın, Güçler ayrılığı olmaksızın ve aynı zamanda Hukukun önünde eşitlik ilkesi oluşmaksızın Hukuk Devletinin temin edilemeyeceğini belirtir;beni dinlediniz için teşekkür eder, Türkocağı yöneticilerine, size hitab etme fırsatı verdikleri  ve misafirperverlikleri için şükranlarımı sunarım.

Soru, cevap, katkı ve ikramların ardından sohbete son verildi.

 

Bu haber 669 kez okunmuştur.
  Yükleniyor...