Haberler
BASIN İLAN KURUMU - ilan.gov.tr
“Yapılarımızın önemli bir kısmı kaçak ve Mühendislik hizmeti almadan yapılmıştır”
19 Ağustos 2020 18:05Ülke tarihinin en büyük ve sonuçları itibariyle en acı depremlerinden biri olan Marmara Depreminin üzerinden 21 yıl geçti. 17 Ağustos 1999 Gölcük merkezli Doğu Marmara depremi binlerce insanımızın ölümüne ve yaralanmasına, milyarlarca liralık ekonomik kayıp ortaya çıkardı.
KORKMAZ; “DEPREM GERÇEĞİNİ
HİÇBİR ZAMAN UNUTMAYALIM”
Bu büyük doğa olayını hatırlatarak Isparta’ya son derece önemli önerilerde bulunan İnşaat Mühendisleri Odası Isparta Temsilcisi Şeref Korkmaz ve yönetim kurulunca yapılan açıklamada; “Ülkemizin gündeminde sadece 17 Ağustos depremi mi var? Bu yıl da,17 Ağustos Depremi’nin yıldönümü nedeniyle bir kez daha depremi hatırlayacağız. Topraklarımızın büyük bir kısmının deprem tehlikesi altında bulunduğunu kısa bir süre sonra unutacağız. Yine haziran ve temmuz aylarında Ankara ve İstanbul başta olmak üzere, özellikle Doğu Karadeniz illeri ve yurdumuzun birçok kentinde sel baskınları oldu. Ülkemiz; deprem, su baskını ve taşkın gibi olayları sıkça yaşıyor, yaşamaya da devam edecek. Son aylarda İstanbul, birkaç kez yağan yağmur ve doluya teslim oldu. İnsanlar ve taşıtlar yollar da kaldı. Evleri su bastı, alt geçitler, metro ve kentin en merkezi yerleri adeta su baskınına uğradı. Can kaybı olmadı fakat büyük ölçekli ekonomik kayıplar ortaya çıktı. Öngörülebilen bir yağmur afete dönüştü, hayat durdu. Dünyanın eski ve önemli metropollerinden birisi olan İstanbul`un karşı karşıya olduğu afet, kentleşme ve yapılaşmayla ilgili olarak bir gerçeği daha ortaya çıkardı. Derelerin taşmasından, sel ve su baskınlarından Trakya`da bulunan kentlerimiz de büyük ölçü de etkilendi.
“DEPREME HAZIRLIKLI
OLMANIN ÜÇ TEMEL YOLU VAR”
Her zaman olduğu gibi bilim ve mühendislik dışı yapılaşma ve kentleşme anlayışı bir tarafa bırakılıp, dere yataklarının yapılaşmaya açılması ve yağan yağmur suyunu alacak toprağın kalmaması ve derin bodrum kazılarının yer altı drenaj sistemini bozması dikkate alınmıyor, yağan yağmur suçlu olarak ilan ediliyor. Yazılı ve görsel basının büyük çoğunluğu "çok yağmur yağdı" anlayışıyla konuyu gündeme getirdikleri için, sorunun doğru bir zeminde tartışılmasının olumsuzluğuna örnek oluyorlar.
Ülkemizi, kentlerimizi, yapılarımızı depreme karşı hazırlamanın üç temel yolu bulunmaktadır.
1. Mevcut yapı stokunun iyileştirilmesi, onarılması ve güçlendirilmesi.
2. Yeni yapılacak olan yapıları; bilimin, tekniğin ve mühendisliğin ortaya koyduğu ilkeleri yapı üretim sürecinin içine sokmaktır. Bu nedenle proje üretim sürecinden başlayarak yapı üretim sürecinin tüm evreleri sertifikalı mühendisler tarafından denetlenmelidir.
3. Ortaya çıkabilecek riski azaltmak için yapıların sigorta kapsamına alınması da deprem zararlarını azaltmanın önemli bir yolu olarak söylenebilir.
“BİNALAR RANT İÇİN DEĞİL,
TOPLUM YARARI İÇİN YAPILMALI”
Yaşamış olduğumuz orta büyüklükte bir depremde bile yapılarımızın hasar görmesi ve can kayıplarının ortaya çıkması yapı stokumuzun büyük bir risk taşıdığını önümüze seriyor. Ülkemizde yaklaşık olarak yirmi milyon mertebesin de yapı stoku bulunmaktadır. Fakat yapı envanteri ile ilgili olarak bütünlüklü bir çalışma ortaya konmamıştır.
1-Kentlerimiz depreme hazırlıklı değil.
2-Sel ve su baskınları doğal bir hal aldı, afete dönüştü.
3-Isı adaları oluştu iklim değişti.
4-Hava düne göre çok daha fazla kirlendi.
5-Yeni inşaat ve kentsel dönüşüm uygulamaları sosyal ve toplumsal sorunları artırdı.
Meslek Odaları Ve Sağlıklı Hizmet Üretme Süreci Meslek Odalarının toplumsal yaşamda büyük bir öneme sahip olmaları göz ardı edilemez. Mesleki alanımıza ilişkin mevzuatta kabul edilemez köklü değişikliler yapılmıştır. Kamu yararı doğrultusunda çalışmalar yaparak meslektaşlar arası haksız rekabeti önlemek gibi bir görevi var. Meslek Odaları; üyelerinin denetlenmesini, sicillerinin tutulmasını, mesleki faaliyetlerini kayıt altına alarak etik ve ahlaka uygun bir hizmet yapmalarını sağlamak çabası içindedir. Oysa meslek Odası ile üyeler arasındaki bağın koparılması hizmet kalitesini oldukça düşürmüştür. İlgili bakanlık özerk bir yapıya sahip olan Meslek Odaları üzerinde mali ve idari denetim kurarak vesayet ilişkisini hayata geçirmeye çalışmaktadır. Bu değişiklikler Meslek Odalarını güçsüzleştirecek, Oda-üye ilişkisini zayıflayacaktır.
Mevzuat değişikliklerinin yapı üretim sürecini denetimsizliğe ve bilgisizliğe mahkum edecek hükümler içermesi, yapı üretim sürecini olumsuz olarak etkilemektedir. Bu durum ülkemize ve halkımıza oldukça pahalıya mal olmaktadır. Marmara Depreminin 19. yılında bir kez daha hatırlatmak gereğini duyuyoruz; kent politikaları, yapılaşma; bilime, tekniğe ve akla uygun bir perspektifle, rant için değil, toplum yararı için yapılmalıdır.
“YAPILAŞMADA LİYAKAT
ÖN PLANA ALINMALIDIR”
Konuyu özetlersek; Ülkemiz toprakları büyük ölçüde deprem tehlikesi altında bulunuyor. Nerede ise her gün ülkemizin bir yerinde bir deprem yaşıyoruz. Yapılarımızın önemli bir kısmı kaçak ve mühendislik hizmeti almadan üretilmiştir.17 Ağustos Depremi yapılarımızın % 25`ini oturulamaz duruma getirmiştir. Orta ölçekli depremler de bile yapılarımız hasar görüyor can kayıpları oluyor. Bilimin tekniğin ve mühendisliğin gerekleri yapılmıyor. Deprem yönetmelikleri uygulanmıyor, yapı denetim mekanizması işlemiyor. Plan kavramı geri itilmiş patronaj ilişkileri ile yeni imtiyaz alanları oluşturulmuştur. Kentler, mega projeler yapılarak üzerinden para kazanılan bir yer, bir araç olarak görülmüştür. Mega projeler ortak yaşamımızı daha sağlıklı yapan projeler değildir. Bu projeler kent üzerinden para kazanılan ve kente çeşitli riskler yükleyen projelerdir. Bu anlayışla yönetilen kentler yeni afetlerle karşı karşıya kalır. Antalya`da, İstanbul`da, Bursa`da, Karadeniz`de ve başka yerler de iklim değişikliğinden kaynaklanan can ve mal kayıpları yasa koyucuların, ülke ve kent yöneticilerinin ve uygulayıcıların ticari kaygıyla hareket etmelerinden kaynaklanmaktadır. Kentlerimizde bulunan boş alanları, dere yataklarını, dolgu alanlarını yapılaşmaya açmamak gerekiyor. Sıcaktan bunalan insanların serinleyebilecekleri yerleri koruyarak deprem sonrası toplanma alanı ve çadır kurulacak yer olarak planlamak gerekiyor. Devlet bürokrasisinin sürekli olarak değiştirilmesi, liyakatin dikkate alınmaması, ticaret ve şirket yakınlığına göre hareket edilmesi sorunları büyütmüştür. Deprem bekleyen kentlerimiz de bütünlüklü bir planlama yerine YIK-YAP anlayışına dayanan bir Kentsel Dönüşüm yeni sorun alanları oluşturmuştur. Teknik, bilimsel, ekonomik ve sosyolojik dayanakları olmayan birinci sınıf tarım alanları yapılaşmaya açılmıştır. Bu kararları denetleyecek bir sistemin kurulmaması da sorunları iyice büyütmüştür. Kaçak ve mühendislik hizmeti almadan yapılar üretilmiştir. Yapı denetimi bilimsel esaslara göre işletilmemiştir. Formaliteyi tamamlayan ve ruhsat almayı sağlayan bir anlayışla yürütülmüştür. Ülkemiz de genel olarak örgütlenme biçimleri kaderci bir anlayış ve var olan alışkanlıklarla yürütülmektedir. Mühendislik bilgileri dikkate alınarak üretilen yapılar depremde yıkılmaz ve can kayıpları yaratmaz. Kentlerimiz de sel ve su baskınlarıyla karşı karşıya kalmazlar. Bugün kentlerimiz ulaşım sorunundan doğal dokunun korunmasına, deprem yıkımının azaltılmasına, tarihi yapıların güçlendirilip geleceğe devredilmesine, tarihi kentlerin siluetinin bozulmasına kadar birer sorun alanına dönüşmüştür. Yıkılacağı ifade edilen 7 milyon konuttan çıkacak malzeme atıklarının ne olacağı ile ilgili bir çalışma yoktur. Trafikte her yıl 7000 insanımızı, iş cinayetlerinde 2000 ne yakın insanımızı kaybediyoruz. Dünya da ki birinciliğimizi kimseye bırakmıyoruz. Mühendislik eğitiminde ciddi bir sorun var. Fiziki şartları ve öğretim kadroları yetersiz, laboratuvarı olmayan ve kontenjanı oldukça fazla okullarda eğitim ve öğretim yapılıyor. Halen kentlerimiz de yıkılıp yeniden yapılmayı veya güçlendirmeyi bekleyen çok sayıda hastane, poliklinik, okul ve kamu yapıları var. Oldukça fazla yüksek yapı yapılmasına rağmen halen yüksek yapılarla ilgili bir yönetmeliğimiz yok. 2012-2023 yıllarını kapsayan Deprem Strateji ve Eylem Planına göre 2017 yılına kadar yetkin mühendislik yasası çıkarılacaktı. Yürütücülüğünü TMMOB`nin yapacağı bu çalışma henüz başlamamış olup, Bir yandan da yetkin mühendislik yerine çıkarmış olduğumuz Referans Belgesi verilmesi ile ilgili yönetmeliğin iptaline ilişkin dava açılmıştır. Afet bir olayın kendisi değil doğurmuş olduğu sonuçlardır.
“EN ÖNEMLİ KONU
İNSAN HAYATIDIR”
Sonuç olarak; Her yıl çok sayıda mühendislik diploması verilmesine rağmen kaliteli bir eğitim yapılmıyor. Oldukça fazla yüksek yapı yapılmasına rağmen bu yapılarla ilgili bir yönetmeliğimiz bile yok. Profesyonel mühendislik yaşamının düzenleyicisi olması gereken meslek Odalarının yetkileri giderek budanıyor. Ticari kaygı teknik kaygının önüne geçiyor. Bilgi ve beceriye dayalı yöneticilerin yerini şirket ilişkileri alıyor, liyakat yok sayılıyor. Üniversite, meslek odası ve endüstri arasında olması gereken işbirlikleri önemsenmiyor. Bilimin, tekniğin ve insan yaşamının dikkate alındığı bir kentleşme ve yapılaşma yerine, kişi ve grup çıkarlarına dayalı bir yapılaşma anlayışı kentlerimizi yaşanmaz bir hale getiriyor. Ormanlar, ağaçlar, yeşil alanlar, su havzaları, park ve bahçeler yok edilerek kentlerde boş alan bırakılmıyor. Kentlerimiz, küresel iklim değişikliklerinin etkisi altına sokularak afetlere açık hale getiriliyor. Güvenli yapı ve yaşanabilir bir çevrenin yaratılması önceliklerimiz arasında yer almıyor. Afet, bir doğa olayının kendisi değil doğurmuş olduğu sonuçlardır. Doğanın kendi kuralları her zaman işleyecektir. Önemli olan yaşanacak doğa olaylarını afete dönüştürmeyecek yapıların üretilmesi ve sağlıklı bir çevrenin oluşturulmasıdır” dedi.
*Haber Merkezi